11.BÖLÜM: "YANIK İZİ"

28 6 8
                                    

Vay be... Neredeyse kitabın yarısını devirdik. Ne söyleyeceğimi bilemiyorum.

Şu anda kitabımı okuyarak bana destek olan herkese çok teşekkür ederim. Ne kadar mutlu olduğumu tarif bile edemem sizlere.

Bölümler yavaş yavaş aksiyonunu arttırmaya başlıyor, bilginiz olsun:) Gerçi şimdiye kadar yayınladığım bölümlerde de aksiyonu olabildiğince sıcak tutmaya çalıştım skjfjksfk

Lütfen oy vermeyi ve yorum atmayı unutmayın. Okuyup okumadığınızı ya da sevip sevmediğinizi anlayamıyorum. Tekrardan teşekkür ederim. <3

Keyifli okumalar!

Bölüm şarkısı: Conan Gray – Memories

________


Uzun bir süredir baygındım.

Algılarımı, bilincimi ve benliğimi kaybedecek derecede.

Sirenlerin beni havaya kaldırıp kanat çırpmalarının ardından baygınlık geçirmiştim. Fazla yükseğe çıktığımızı varsayıyordum; bayılmam bundan olsa gerekti. Bu yüzden gökyüzünde ne tarafa doğru uçtuğumuzu görememiştim. Olanları tamamıyla hatırlayamıyordum. Son gördüklerim bileğimden düşen kırmızı bilekliğim ve bana kederli gözlerle bakan sevdiğim birkaç insandı.

Aslında hepsi iyi ya da kötü kalbime dokunmuşlardı. Rabia ve Hermes bile. Birine kalbimi kolayca açamasam da bilmeden de olsa o kişiyi kalbime davet ediyordum. Dürüst olmak gerekirse yufka yüreğim vardı ama hak edene. Hak edene, hak ettiği kadar değer vermeye çalışsam da bazen sınırı aşabiliyordum. İyi veya kötü, fark etmiyordu.

İnsanların çoğu ile olabildiğince iyi anlaşmaya çalışmıştım. Kalp kırmamaya hep özen göstererek karşımdaki insanla empati kurmayı denerdim. Belki dışarıdan beni gören biri bunları düşünmezdi çünkü çok sıcak bir yapım da yoktu. Kendimi ben bile daha tanıyamamışken bir başkasından bunu bekleyemezdim.

Kişi kendini tanımadığında saçma sapan davranabiliyordu. Ne istediğini bilmiyordu belki. Ya da ne istediğini biliyordu da o isteğine, arzusuna nasıl ulaşacağını bilmiyordu. Kendini güçlü sanıyordu ama aslında değildi. Hiçbir şeyden yüzde yüz emin olamıyorduk. İstisnalar olabiliyordu ama genele vurduğumuzda bu böyleydi.

23 yaşında biri olarak henüz kendimi tanıyamamış olmak canımı sıkıyordu. Daha çok yol kat edecektim, bunu biliyordum. Kendi arayışıma çıkmak, benliğimi bulmak ve her alanda kendimi geliştirmek için çabalayacaktım. Hem belli mi olurdu ya zirveye ulaşacaktım ya da dibe çökecektim.

Kendimi neden tam olarak tanıyamadığım konusunda az çok bir fikrim vardı. İçimdeki ses -hiç susmayan o ses- bunun sebebi olabilirdi. Her defasında o bilinmeyen sesi duyuyor, hissediyor ve yaşıyordum. Farklı bir duyguya neden olurken bir yandan da içimdeki ateşe cesaret vererek onu yüceltiyordu.

Bazen de sınırlarını aşarak benimle tutarsızca oyun oynuyordu.

Küçüklüğümü hatırlamaya çalışıyordum. O zamanlar 6 yaşında, küçük ama cesur bir kız çocuğuydum. Ondan öncesi yoktu fakat o dönemleri ve ondan sonrasını benim bile kafamı karıştıracak şekilde hatırlayabiliyordum. Normal miydi ki 6 yaşındaki halimi hatırlamam? Bir insan, 23 yaşına gelmiş bir insan, 17 yıl önceki halini, yaşadıklarını veya yaşayamadıklarını hafızasında taşıyabilir miydi?

Sanırım artık her şey mümkündü. Alay ederek, küçümseyerek mümkün olmayan şeyleri dile getirmiş olsam da şimdi küçümsediğim imkansızlıkları bile imkanlı hâle getiriyordum. Hafızam yenileniyor muydu, diye düşünüp duruyorum ara sıra. Burada da mı bir büyü vardı? Bilemezdim, bilemiyordum.

KÜLLERİN DOĞUŞU - EPOCHAL (1. KİTAP) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin