-37-

4.9K 364 75
                                    

"Oğuz böyle devam edemeyiz..." diyen Cem'e pis bakışlarımı sundum. "Cem gidiyorsan git kalıyorsan kal. Bu olayı çözmeden bir yere gitmiyorum ben!" dedim.

Murat abiye veda edip Çanakkale'den apar topar dönmüştük. Atalay bir şeyler çevirdiğimi düşünse de kanıtlayamamış ve susma hakkını kullanmıştı. Eve dönemeyeceği için ne kadar mantıklı bir fikir olduğunu sorgulasam da benimle birlikte Cem'in evinde kalmaya karar vermişti. Barlas da 'yardımcı olurum' diye kalmak istemişti.

Şimdi ise Atalay'ın abisinin iş yerine gelmiştim. Benlik olmayan bir şeyi yaparak hesap soracaktım. Hızlı adımlarla abisine doğru ilerledim.

Abisi beni görünce şaşkınlıkla irkildi ve anında kalkıp uzaklaşmaya çalıştı. Ancak benim sert ve otoriter sesim onu durdurmuştu bile. "Atakan hele bir hareket et bak bakalım neler oluyor. Üç ayda Atalay'a yaptığınızın bin katını yaparım sana!" diye sesimi yükselttim.

Bu kadar sert olmayı ben de beklemiyordum ama şimdi gazı almışken geri de duramazdım. Atakan'ın karşına geçtim. Gözlerinde benden iğrendiğine dair hisler belli oluyordu ama garip bir şekilde de kendini geri tutuyordu.

Bu sefer ben de ona iğrenir gibi baktım. "Bu mu lan senin adamlığın? Kardeşini üç ay eve kapatıp dinlene dinlene dayak atmak mı? Senin kalıbına tüküreyim!" dedim.

Bunun üstüne yüz hatları gerilmiş ve elleri yakalarımı bulmuştu. Sinirle bir şekilde "Kimsin lan sen! Kimsin de kalkıp bunları söylüyon lan!" diye bağırdı.

Yüzüme sinir bozucu bir sırıtış yerleştirip "Kabul et veya etme biricik erkek kardeşinin aşık olduğu kişiyim." dedim.

Sonrasında yakamdaki ellerini itip "Onu bunu geç de, Atalay severek ne suç işlemiş olabilir de ona bunları yaptınız lan? Oturup doğru düzgün konuşmak zor muydu?! Bravo bu arada. Ses kaydına alıp herkesi işletmek de büyük başarı" dedim sinirle.

Atakan'a bir adım daha yaklaşarak "İlla ki döndüğümüzü duymuşsunuzdur. Sakin yapımı bozdurmayın bana. Şu saatten sonra Atalay'ın bir kılına zarar verin bakın bakalım neler oluyor. Hodri meydan!" dedim.

O da gözlerini gözlerime dikmiş "Gidin iğrenç aşkınızı nerede yaşıyorsanız yaşayın. Bizim gözümüze gözükmeyin pislikler" diyerek terslemişti.

Kafamı belli belirsiz sallamış ve "Ben uyarımı yaptım Atakan. Çocukça işlere gerek yok. Ama yakında her şey patladığında gelip ne bana ne Atalay'a hesap sorun. Siz de gidin geri kafalılığınızı nerede yaşıyorsanız yaşayın" demiştim.

Hızlıca ondan uzaklaşıp çıkışa doğru ilerlerken aklıma gelen şeyle yavaşça Atakan'a dönmüş ve "Atakan, bu hayatta yaşattığını yaşamadan ölmezsin derler. Bu kadar lanet ettiğin kardeşinle aynı kaderi yaşamazsın umarım" demiş ve hızlı adımlarla uzaklaşmıştım.

Cem ise ördeğim gibi peşime takılmış geliyordu. Birine bir şey yapmamdan korktuğu belli oluyordu. Otobüse binip mahalleye doğru yola koyulduk.

Cem durmadan 'çaktırmadan' bana bakıp duruyordu. Oflayarak gözlerimi devirdim ve baygın bakışlarla Cem'e baktım. "Devrem düşündüğünden kat kat zekiyim. Ortalığı karıştırmak. Bırak gözlemleyeyim" dedim.

Cem rahat bir nefes vermişti. Sonunda mahalleye gelmemizle inmiş ve kahveye doğru yürümüştük. Kahvede Atalay ve Barlas birlikte oturmuş etrafına da bir sürü insan toplanmıştı. Ben ne kadar Atalay'ı görmediysem onlar da görmemişti sonuç olarak.

Çaprazda oturan Cengiz'i görmemle anlık olarak şaşırdım. Ama garip olan başka bir şey ise Cengiz'in yanındaki kızdı. Bu kız ilk zamanlarda Atalay'a yapışık olarak gördüğüm kızdı. Resmen anlık olarak hikayeye girmiş ve puf yok olmuş gibiydi.

Sinirle Atalay'ın yanına gittim. Gözüm sürekli Cengiz'in olduğu yere kayarken "Ne işi var onun bu mahallede?" diye sordum. Tunç hemen olaya atılmış "Ben de bilmiyorum ki. Son zamanlarda burada sürekli. Sude ile sürekli bir şeyler konuşuyorlar" diye açıklamıştı.

Bunun üzerine Atalay'a dönmüş ve merak ettiğim diğer şeyi sormuştum. "Atalay şu Sude denilen kızı daha önce sana yapışık görüyordum ne oldu da bir anda koptu?" diye sordum.

Atalay ise anında tereddüt etmeden cevap vermişti. "Senden hoşlandığını farkeden ilk kişilerden biriydi. Benden hoşlanmış ama araya da girmek istemiyormuş o yüzden de bir daha gelmedi yanıma." diyince kafamı onaylar bir şekilde sallamıştım.

Ardından Atalay'ın yanına oturarak etrafı izlemeye ve gözlemlemeye başlamıştım. Zeki beni dürtüp kulağıma doğru yaklaştı. "Enişte sen gittiğinden beri garip bir dedikodu dolaşıyor burada. Sormak istiyorum ama emin değilim kızar mısın?" demesiyle anında "Sor sor!" dedim.

Zeki etrafa bakıp bizi izleyen var mı diye göz gezdirdi. Ama masadaki herkes kendi halindeydi. Daha doğrusu Atalay ile hasret giderme derdindelerdi.

Zeki fısıldayarak "Gitme sebebin Atalay'ı aldatman ve Murat diye bir adama kaçmanmış. Çanakkalede bir otelden çıkmamışsınız günlerce" diyince kaşlarım anında çatıldı.

Benim Çanakkale'ye gittiğini bilen yoktu. Ek olarak Murat'ı bilmelerine de imkan yoktu. Ben bile oraya ilk gittiğimde aşçıyı Murat sanmıştım. Aşçının bile daha Murat tipi vardı. Murat abinin ise Kıvanç gibi bir tipi vardı.

Zeki uzun süre sessiz kalmamdan dolayı korkmuş olacak ki şirince gülümsemeye çalışarak "Enişte sonuçta dedikodu yani. Öyle bir şey olmaz" demişti.

Zekiye bakıp sessizce "Peki Atalay neden üç ay yokmuş. Bunun dedikodusu yok mu?" diyince anında beni onayladı.

Heyecanla anlatmaya başladı. "Sen Murat'a kaçınca Atalay depresyona girmiş. O da şehir dışına çıkmış. Yüzünün ve vücudunun bu halde olması da senin yokluğuna dayanamayıp içmiş içmiş en sonunda da kaza yapmış" dedi.

Bu söyledikleri son damlayı damlatmıştı. Sinirlerim boşalmış ve gülme krizine girmiştim. Atalay endişeyle "Yavrum noluyor?" diye sordu

Sonunda sakinleşebildiğimde ise Atalay'a "Yok yok bir şey" demiş ve Zeki'ye dönmüştüm.

"Zeki bak. Aldatma falan yok ortada. Öyle olsa şimdi ikimiz yan yana olur muyduk? Onu bunu geç de kim başlattı bu dedikoduları?" diyince gözlerini kaçırmıştı.

Kafasını iki yana sallayıp "Olmaz enişte. Söylersem oratalık fena kızışır. Hele bunlar yalansa ve Atalay öğrenirse biteriz!" demişti.

Zeki'nin omzunu hafifçe sıkıp "Söyle oğlum. Bir şey yapmayacağım. Atalay'a da söylemem. Kendi öğrenir elbet o" dedim.

Zeki hala söylemekte tereddüt ederken ben ise vazgeçmeden gözlerimi ona dikmiş bakıyordum. Zeki sıkıntılı bir nefes verip gözlerini bir kişi üzerine odaklayınca Cem'in söyledikleri ile de uyuştuğunu anlamış oldum.

Zeki gerginlik ve korkuyla bana bakmış ve "Abi bak ne olursun söyleme..." demişti kısık sesle.

Başımı sallayıp "Sakin ol, sıkıntı yok. Ne söyleyeceğim" demiş ve arkama yaslanarak Zeki ve Cem'in bahsettiği ortak kişiye gözlerimi dikmiştim o ise neler bildiğimi bilmeden sohbetine devam ediyordu. Bu savaşı başlatan oydu. Bitiren de ben olacaktım. Artık korkup kaçamazdım. Bu sefer savaşmalıydım...

ŞANS KAFE  -GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin