ŞİŞEDEKİ FIRTINA
Bölüm: 14
Hayallerine kavuşmak için adım atmadan önce geriye çekilip bir düşünmek gerekti. Hedeflenilmiş olan geleceğin doğruları ve yanlışlarıyla tartılması lazımdı nihayetinde. Nitekim gözün kapalı geleceğin belirsizliğine ilerlerken, kaybettiklerinin veyahut kaybedeceklerinin bilincinde dâhi olmayabilirdi insan. Kazandıklarının cazibesi insanı gören köre çevirir de ruhu dâhi hissetmeden, karanlığın içinde sürüklerdi.
Şu anda duçar olduğum kör karanlığın içinde boğulurken, bunu daha yeni fark ediyor olmam acınılasıydı. Özgürlük adı altında meğer ben benliğimi yitirmişim, kendimden geçmişim, canımdan öte ailemi kaybetmişim de haberim dâhi olmamış.
Ne acı!
Dün sabah babamın gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı, yıllar önce kaybetmiş olduğum şuurumu anında kazanmamı sağlamıştı. Beni cezbeden dünyanın esasen bana hiçbir şey kazandırmadığını, bilâkis benden çok şey eksilttiğini daha yeni görüyordum, lâkin çok geçti. Çok geç...
Yüreğimin orta yerinde büyük bir yangın vardı. Göğsüm cayır cayır yanıyordu. Ziyanı yoktu, şayet bir şansım daha olsaydı, dönüp düzeltebilseydim o zaman anlamı vardı pişmanlığımın.
Kızamıyordum kimselere, kıramıyordum hiç kimseyi, ruhumu ve yüreğimi örseleyen acının zerresini dâhi kusamıyordum. İçin için yanarken, taş duvar kadar tepkisizdim. Kendi seçimlerimin bedeliydi yaşadıklarım. Doğru sandığım ancak yanlıştan ve aldatmacadan ibaret riyakâr seçimlerimin sonucuydu bu çektiğim.
Bir yumru oturdu kursağıma. Nefes aldırmayan, nefes verdirmeyen, ciğerlerime acıyı nakşederken, yaşatmayan. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyor, lâkin ağlayamıyordum. Gözyaşlarım kurumuştu sanki. Oysaki birkaç damla gözyaşı dökülse yanan harelerimden, belki de rahatlayacaktım.
Ancak o da yoktu.
Ağlayamıyordum...
Başım ağrıdan zonkluyor, gözlerim dışarıya fırlayacak gibiydi. Neredeyse acıdan canım çıkacak, yine de kılım kıpırdamıyor. Saatler öncesinde oturduğum koltuktan milim kıpırdamadan, öylece bomboş bakışlarla dışarıyı izlerken yüreğimin içine düştüğü sancıdan kurtaramıyorum kendimi. Ruhum bedenimden çekilmiş gibi, öylece hareketsizim. Zihnim işlevsiz kalmış gibi, hiçbir şey algılayamıyorum.
Gözlerimi kapattığım anda babamın yüzü beliriyor gözlerimin önünde. Sevgiyle dolu görmeye alışkın olduğum bakışlardaki hayal kırıklığı beni öldürecek gibi.
Babam haklıydı sanırım:
Ben gerçekten de ölmüşüm...
Odanın kapısı çalındı, ardından yanıt vermemi beklemeksizin aralandı. Nitekim gelen her kimse artık, ses vermeyeceğimi biliyor olsa gerekti. Esasen konuşmak istemediğimden değildi suskunluğum, yapamadığındandı. Konuşamıyor, uyuyamıyor, hatta ağlayamıyordum bile. Öyle çaresiz, öyle bilinmezliklerle doluydum ki! Ölüm mü, yaşam mı deseler, düşünmeksizin ölüme koşarım. Sadece bitsin diye... Bitsin artık bu acı.
Geçsin, yeter artık beni öldürdüğü.
Ağır adımlarla yanıma doğru yürüdü, Mirşad. Hemen yanı başımda dikildiğinde, bıkkın bir nefes firar etti dudaklarının arasından. Akabinde beklemeksizin, "Eflin kalk hadi," diye komutunu verdi. Bu kaçıncı gelişiydi, kaçıncı çağırışı, kaçıncı savaşıydı tükenmişliğime karşı, bilmiyorum. Nitekim benim gücümü bulamadığım gibi o da dirayetini kaybetmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şişedeki Fırtına ✔
Teen Fiction"Âşık oyun oynar mıydı?" Hayatımı camdan bir şişenin içinde yaşadığımı bilmiyordum. Ta ki şişenin içinde kopan fırtınayla düzenim altüst olana dek. Bilmediğim bir şehirde, esasen bana yabancı olan bir adama tutunmuş, kurtuluşu riyada aramıştım. En...