ŞİŞEDEKİ FIRTINA
Bölüm: 25
Kul kurar, kader gülermiş, derlerdi de inanmazdım. Zira kaderin elimizde olduğunu sanırdım ki gerçeği en olmadık şekilde anlamıştım. En nihayetinde kursağımda kalan hayallerim, yitirdiklerimin emaresiydi.
Bir hafta geçmişti...
Ardı ardına geçip giden yedi gün...
Oğlumu hissetmeyeli, karnımdaki kımıl kımıl hareketlerine hasret kaldığım kocaman bir hafta geçmişti...
Hayat geçip gidiyordu bana rağmen, yaşadıklarına rağmen, yitirdiklerime inat...
Hastaneden çıkalı iki gün oluyordu. Hastane odasında geçmeyen acım, dinmeyen kalp sızım, evimde geçer sandım. Canım daha az acır, daha kolay nefes alırım sandım.
Yanılmıştım...
Dört duvar arasında otururken, kalbim paramparça oluyordu içime çektiğim her solukta yine de devam ediyordum yaşamaya. Günler geçip gidiyordu meselâ. Ben gülemiyorum diye zaman akmayı bırakmıyordu, güneş doğmayı unutmuyordu, gece çökmeyi ertelemiyordu. Bilâkis tekrar eden bir döngünün içine hapsolmuştum ben hiçbir şey hissetmeden, hissedemeden. Yalnızca duçar olduğum o harlı ateş vardı ki içimi cayır cayır yakıyordu.
Odamın kapısı araladığında gelen kim diye dönüp bakmadım. Bir zamanlar kahkahalarımın yankılandığı yatakta, yalnız başıma iki büklüm yatarken acınası bir haldeydim. Gerekmediği sürece konuşmuyordum, ah esasen konuşamıyordum ki kelimelerim dâhi tükenmişti. Tıpkı gözyaşlarımın tükendiği gibi.
Sonra adım sesleri yatağa doğru yaklaştı, birkaç saniye sonra görüş alanıma giren annem yorgun bir şekilde yanıma oturdu. Uzun uzun baktı gözlerime, seslice iç çekti. Canım annem, o da perişan olmuştu şu bir haftada. Yaralarımı saracağım diye kendini yıpratmıştı.
"Yemeğini yememişsin," dedi komodinin üzerinde duran tepsiye bakarken. "Böyle yaparsan güçten düşeceksin kızım. Hastanelik mi olmak istiyorsun?"
Yaklaşık bir saat kadar önce yemeğe inmeden bana tepsiyi çıkarmış, yemem için de iyice tembihlemişti annem. Yemeğe insin diye reddetmemiştim ancak onaylamamıştım da. Nitekim annem sessizliğimi onay olarak algıladığından olsa gerek şimdi hayal kırıklığına uğramıştı.
Hasan ağa nasıl ikna etmişti babamı bilmiyorum ancak, annem ve babam hastaneden çıktıktan sonra benimle konağa gelmişlerdi. Teyzem, halam, amcam Ankara'ya geri dönmüştü dört gün önce. Lâkin annem, babam ve Egemen iyi olduğuma emin olmadan gitmek istemediklerinden burada yanımda kalmışlardı.
Şu yedi günde bir an bile yalnız bırakmamıştı beni annem. Bir ihtiyacım olur diye gece gündüz başımda durmuştu. Gün içerisinde babam ve Egemen de yanıma uğruyorlardı. Ancak onlar bu halime çok fazla katlanamadıklarından olsa gerek çok kalmıyorlardı. Eh, bir de konak halkı vardı. Neredeyse günde bir saat bile yalnız kalamıyordum.
"Banyo yaptırayım mı sana?" diye sordu annem benden bir cevap alamayınca. "Doktor eve geçince yapabilirsiniz dedi. Dün yorgundun söylemedim ama istersen bugün yaptırayım sana, ha kızım? Yaran için endişe etme, bandaj su geçirmiyormuş. Doktor rahatlıkla banyo yaptırabilirsiniz dedi. Hem sen de ferahlarsın. "
Seslice nefesimi verdiğimde, "Mir nerede?" diye sordum anneme. İki gündür onu göremiyordum. Ya ben uyurken odaya gelip gidiyordu ya da şu iki günde yanıma hiç uğramamıştı.
Annem şaşkın bakışlarla bana baktı. Yedi günlük suskunluğu bozduğuma mı şaşırmıştı, yoksa sessizlik orucumu bozar bozmaz sorduğum soruya mı, emin olamadım. Lâkin ilki olduğunu düşündüm. Aksi gibi kocamı sormuş olmam şaşılacak bir durum değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şişedeki Fırtına ✔
Teen Fiction"Âşık oyun oynar mıydı?" Hayatımı camdan bir şişenin içinde yaşadığımı bilmiyordum. Ta ki şişenin içinde kopan fırtınayla düzenim altüst olana dek. Bilmediğim bir şehirde, esasen bana yabancı olan bir adama tutunmuş, kurtuluşu riyada aramıştım. En...