GEÇMİŞ

2.1K 222 51
                                    

Başladığınız zamanı görelim. Buraya bir emoji koyun canımlar. <3 

***

Nil dokuz, Dağhan on yaşındayken...

Kavga seslerinin evin içinden sokağa taşmamasının imkânı yoktu. En azından Nil böyle düşünüyordu. Bir kez daha komşularına rezil oluyorlardı. Apartmanın içindekileri umursamayı uzun zaman önce bırakmıştı çünkü hiçbiri kendilerini umursamıyordu. Bir kez olsun annesine yardım etmemişlerdi. Nasıl olduğunu sormamışlar hatta yüzüne bile bakmaz olmuşlardı.

İçten içe küçük kızı endişelendiren bir ay önce hemen bitişiklerindeki apartmana taşınan çocuktu. Babasıyla yalnızdı. Annesini hiç görmemişti. Muhtemelen o da kendisi gibi dokuz yaşındaydı. Belki on. On olabilmek için yeterince uzun görünüyordu. Nil'den en azından bir kafa boyu daha uzundu ve daha çok uzayacağını biliyordu. Çocuk kıyafetleri giymeyi erken bırakmak zorunda kalacaktı.

Odasının penceresini sıkıca kapattı. Perdeleri çekti ama dayanamayıp kenarından dışarıya bakmaya devam etti.

Hava yeni kararmıştı. Babasının eve dönmesi için erken bir saatti ama buradaydı, içeride annesiyle yine kavga ediyorlardı. Babasının işlerinin iyi gitmediğini anlayacak kadar büyümüştü ama bunun için neden annesine bağırdığını anlayamıyordu. Daha çok çalışsa olmuyor muydu? Annesi de öğretmenleri de daha çok çalışırsa daha yüksek notlar alabileceklerini söylüyorlardı. Aslında ilk okulun ilk üç senesinde de dersleri çok iyiydi ama son zamanlarda zorlanmaya başlamıştı. Okulun rehber öğretmeni ona bir sürü soru sormuştu. Evde her şey yolunda mıydı?

Hayır demeye utanmıştı. Annesiyle babasının kavga ettiğini zaten bütün apartman biliyordu, daha çok kişinin öğrenmesine gerek yoktu.

"O zaman benden para istemeyi bırakacaksın! Elin ayağın tutuyor, git çalış!"

Babası son birkaç kavgasında annesine sürekli çalışmasını söylüyordu. Annesi zaten çalışıyordu. Bütün gün yemek yapıyor, evi temizliyor ve Nil'le ilgileniyordu. Başka ne iş yapabilirdi ki? Hem birinin çalışması gerekiyorsa bu Nil de olabilirdi. Nasıl olsa okulu çok sevmiyordu. Özellikle Buse sınıfa geldiğinden beri hiç sevmiyordu. Bütün ilgiyi üzerine çeken, sürekli pembe tokalar takan, siyah, uzun saçlı, koyu tenli bir kızdı. Sanki çok güneşte kalmış gibiydi. Azıcık canı yansa ağlayıp duruyor, erkeklerle oynamak istemiyor ama onlara gülümsüyordu. Madem oynamak istemiyordu, neden gülümseyip duruyordu?

"Nerede çalışayım Recep? Nil'i nasıl bırakırım?"

"O okuldayken çalış. Ne yaptığın umurumda değil. Yeter ki yakamdan düş."

Dakikalar geçse de kavgaları bitmedi. Küçük kız perdenin kenarından karşıdaki apartmanın camına bakıp yeni gelen çocuğu görebilmek için bekledi ve sonunda istediğini elde etti.

Nil, perdenin arkasına yeterince iyi saklanamadığı için çocuk onu gördü ve el salladı. Nil'in yanakları kızarırken utanarak perdeyi tamamen kapayıp yatağına gitti. Çocuğun beni görmesi önemli değil, diye düşündü. Kavgaları duymaması yeterliydi.

Oysa ki Dağhan kavgaları taşındıkları ilk günden beri duyuyordu. Nasıl olup da bir adamın karısına bu kadar çok bağırdığını anlayamıyordu. Babası annesine asla bağırmazdı. Eskiden. Annesini kaybetmeden önce. Şimdi kendisine de bağırmıyordu. Aslında babası kendisinin varlığını tamamen unutmuş gibi görünüyordu. Annemle beraber babamı da kaybettim, diye düşündü canı acıyarak ama canının yandığını asla göstermezdi. Ne babasına ne de bir başkasına. Ona acımalarını istemiyordu. On yaşındaydı. Kendi başının çaresine bakabilirdi. Yemek yapabiliyordu. Makarnayı kim yapamazdı ki?

Küçük kızın perdenin arkasında olduğunu görebiliyordu. Penceresini kapamıştı. Kavganın duyulmasını istemediği için girdiği yetersiz bir çabaydı çünkü salonun camları açıktı. Eylül'ün sonuna gelmiş olmalarına rağmen hava çok sıcaktı. Okulda gömlek giymek bile işkence gibi geliyordu. Babası bir keresinde kanın deli akıyor o yüzden terliyorsun demişti. Kavga etmeyi seviyordu. İçindeki siniri bu şekilde atabiliyordu. Varsın kanı deli aksındı.

Perdenin bir karış açıklığından kızı tam olarak göremese de omuzlarını geçen açık sarı saçlarının yüzünü çevrelediğini seçebiliyordu. Daha önce kimsede görmediği mavi renkli gözlerini ilk gördüğünde şaşırmıştı. Küçük kız daha bir şey olmadan bakışlarıyla hemen savunmaya geçmişti. Teni beyazdı. Çok beyaz. Dağhan'ın yanında şeker gibi kalıyordu. Ya da tuz ya da pamuk. Beyazdı işte. Hemen kızarıyordu.

Kızın onu gördüğünü fark edince el salladı. Ona karşı iyi olmak istiyordu. Yeterince boklukla uğraştığını fark etmişti. Kız utanarak belki de korkarak odasına kaçtı.

Dağhan güldü. Annesiyle yaşadığı evden ayrılmalarının diğer bir iyi yanı bu kız olabilirdi. Anılar onu kovalamıyordu. Şimdi bir de bu kız vardı. Babası da olsaydı kavga etmeyi bırakabilirdi. Emin değildi ama babası için bunu yapabilirdi ama babası o akşam da gelmedi.

***

Hoş geldiniz!

Hemen yazmaya başladım. Yine biraz ilerledikten sonra paylaşmak istiyordum ama kendimi tutmayı başaramadım. Hep beraber ilerleriz artık yine. <3

Dağhan ve Nil'in hikayesi hem ilk aşk hikayesi hem de ikinci şans hikayesi olacak. Büyük entrikalar beklemeyin. Yani kim kime ne yaptı, o bunun arkasından ne dedi, aldattı çaldı çırptı, canımızı sıktı falan yok. :D Bir şeyler olacak elbet ama dozunda kalacağını düşünüyorum.

Heyecanlıyım.

Bu sefer süründürmeden güzelce ilerleyeceğiz. Bu sebeple de sizden ricam bana destek olmanız. Burada oy ve yorum yoksa, yoksunuz. Biliyorsunuz. O kadar emek verip de bir yerlerde sürünsün istemiyorum. Sizin de bunu anlayışla karşılayacağınızdan eminim.

Büyüdükçe, çoğaldıkça güzelleşiyor buralar. 

Öpüyorum sizi.

Yeni bölümde görüşürüz. <3

***


TUTKUNUN ESİRİ - Esaret Serisi 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin