Unutmak istediğim için Beni Kim Suçlayabilirdi? Ondan Başka.
NİL
Onu benden ne istediğini bilmemekle suçlamıştım. Boş bir atıştı. Dikkatini dağıtmak istemiştim çünkü benimle kal dediği anda kalbim coşmuştu. Tamam, demek istemiştim. Olur.
Özlemin birçok çeşidi olduğunu Dağhan'la öğrenmiştim.
İlki, çocukluğumuzda yanımdan ayrıldığı gibi hissettiğim o boşluktu. Sanki ondan öncesi yokmuş gibi gelirdi. Sanki hiç yalnız kalmamışım gibi. Bana veda edip de kendi apartmanına, odamdaki camdan onu bir süre daha izleyebileceğim evine gitmesine bile tahammül edemediğim günler olurdu.
Ardından bana dokunduğu zamanlarda her nedense arşa çıkan içimi titreten kaybetme korkusu gelmişti. Bolca özlem içeriyordu. İnsan dokunduğu, tam da o an yanında olan birini nasıl özleyebilirdi? Dağhan'ın hayatımdaki varlığının gerçek olduğuna inanamadığımı fark etmem uzun sürmemişti.
Kavga ettiğimiz anlarda fırtına gibi etrafımı saran bir duygu vardı ki sadece ona doğru koşmak ve o anları geri sarmak istememe neden oluyordu. Bu da hissettiğim özlemin şekillerden biriydi. Barışmak mükemmeldi ama yine de arada geçen o kayıp hissini üzerimden atmakta zorlanırdım.
Bunlar aslında çözümü olan özlemlerdi. Bir de sonrası vardı. Onu bırakıp gidişimden sonrası...
Birini çaresizce özlemenin ne kadar can yaktığını öğrenmiştim. Çözümü yoktu. Dağhan yoktu. Onu arayamaz, sesini duyamaz, bana bakan sıcacık kahverengi gözlerini göremez, avucunun korumacı bir güdüyle boynumu nasıl kavradığını hissedemezdim.
Sanırım en çok o dönem acı çektim. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Boğazım acıdı, gözlerim şişti. Yemek yiyemedim. Bırak onu, nefes alamadığımdan emindim. Krizlere girdim. Yalnız olmak istemiyordum, onu bırakmak istemiyordum ama korkularımın beni ele geçirmesine izin vermiştim. Geri dönemezdim.
Bir seneden daha uzun sürdü bu yoğun acı hali. Yavaş yavaş azaldı ama yerini daha depresif bir şeye bıraktı. O kadar mutsuzdum ki... Gözyaşım da kalmamıştı. Hayatta bir amacım vardı, başaralı olmak zorundaydım. O kadar.
Bir akşam baş edemez oldum. Kendime katlanamıyordum. Beni bu dünyaya getiren insanlara, bana bu seçimi yaptıran dünyaya küfredip duruyordum. O gece değiştim. Dağhan'ın tanıdığı Nil'i kaldığım yurdun kapısından çıkarken arkamda bıraktım.
"Bana neden ondan hiç bahsetmedin?" diye sordu Elif.
Haftalardır birbirimizin yüzünü görmüyorduk. Mesajlarımız detay içermeyen birkaç cümleden oluşuyordu. Dağhan'la geçirdiğim akşamdan sonra ona bugün için müsait olup olmadığını sormuştum. Mete'nin hayatımdaki varlığını kabul etsem de henüz koşarak ona her şeyi anlatabilecek kadar kendimi rahat hissetmiyordum.
"Bilmiyorum," dedikten sonra kendime engel olamadan gülümsedim. "O benim hayali kahramanım gibiydi. Sanki birine söylersem kaybolacak ya da daha da kötüsü gerçek olmadığını öğrenecekmişim gibi hissederdim."
İtirafım Elif'te şok etkisi yarattı. Şimdi yeşilden daha çok mavi görünen gözleri irileşti. Az önce garsonun doldurduğu kadehinden irice bir yudum aldı.
"Kaç yaşındaydık demiştin?"
"Yanımızdaki apartmana taşındığında dokuz yaşındaydım. On dört yaşımda ondan ilk öpücüğümü çaldım."
"Siktir!" dedikten sonra hızla elini ağzına götürdü. Solumuzda kalan masalara endişeli bir bakış attıktan sonra bana döndü. "Dokuz mu? Dalga mı geçiyorsun? Hayatının çoğunda yer alan birini bana nasıl anlatmazsın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKUNUN ESİRİ - Esaret Serisi 2
General Fictionİlk aşktan da önce ilk arkadaşlıklarını kurmuşlardı birlikte. İkisi de yalnızlığından sıyrılmış, kendilerine yaşamak zorunda oldukları hayattan bir kaçış sağlamışlardı. Yıllar geçtikçe arkadaşlıkları coşkuyla ilk aşka dönüşmüştü ama hayatın gerçekle...