Geçmişten Gelen bir Sarı Papatya
NİL
Elif için buradaydım ama hiçbir anlamı yoktu. Bana ihtiyacı yoktu. İkizler ona yeter hatta artardı bile. Hız trenine binmek istiyor, bunun için onu gaza getirecek birilerini arıyordu. Gamze, Elif'i hız treninin önüne bile atardı. Ben ona dur diyecek olsam bile beni dinlemeyecekti ama buradaydım. Kulübün sahibinin locasında oturuyor hem burada olmak istemediğimi düşünüyor hem de olmak istediğim herhangi bir yer olmadığını fark ederek kendime acıyordum.
Mete'nin yanına dönmek istemiyordum. Bu beni korkunç bir sevgili yapıyordu, biliyordum. Onu hak etmiyordum ama ona ihtiyacım vardı. Mete'nin gücü şu anda beni ayakta tutuyordu.
"Gülmeyi denediğinde ne oluyor, Nil? Canın mı yanıyor? Yoksa dudakların mı kanıyor? Dişlerini saklıyor olamazsın çünkü daha önce pizza dilimini ısırırken seni izlemiştim. Sinir bozucu şekilde düzgün ve beyazlar."
Bulut gülerek kafasını iki yana salladı. İkizinin iğnelemelerine alışkındı.
"Aslında mutlu olmayıp mutluymuşum gibi davranmamı mı tercih ederdin? Beni kendine mi benzetmek istiyorsun, Gamze?"
Bulut sert bir sesle, "Nil," derken kendince beni uyarıyordu. Ne yapardı? Saçımı mı çekerdi? Beni kovalar mıydı? Biricik kardeşi üzülmesin diye üzerime mi atlardı?
"Ne var Bulut? Haklı olduğumu bildiğin için sinirine mi dokundu?"
"Seni kendini bir bok sanan..."
"Tamam," dedi Gamze. Bulut'un ağzını kapadı. "Bence herkes neler düşündüğünü gayet güzel anlattı." Bana bakarken gözlerinde acı vardı. Bu sefer kendini saklamamıştı. Gülümsedim.
"Bunu mu görmek istiyorsun?" diye sordum.
"Denediğini görmek istiyorum. Sen bile mutlu olmayı başaramıyorsan ben nasıl başaracağım?"
Hepimiz boku yemiştik ya da o bokun içinde yüzüyorduk, fark etmezdi.
"Denemeye değmez," diyerek kestirip attım.
Sonraki on dakika arkama yaslanıp boş gözlerle etrafı izledim. İnsanların hepsinin Gamze gibi olduğunu düşünmek işime geliyordu. Göründükleri kadar mutlu olduklarına inanmak için bir sebebim yoktu. Dürüst olalım, iyi şeylerle karşılaşabilme ihtimalimiz fazlasıyla düşüktü. Her saniye etrafımızda korkunç, ağza alınmayacak, boktan şeyler oluyordu. Mutlu olmak istemeyi bırakalı çok olmuştu. Bir anlamı yoktu. Gelip geçiyordu.
Onu gördüğüm ana kadar her şey normaldi, her zamanki gibiydi.
Gerçek olamayacağını düşündüm. Bir gün bir yerlerde karşılaşabilirdik ama burada, bu akşam olması... O, üçlüden biriydi ve benim bundan şu ana kadar haberim olmamıştı. Neden olacaktı ki? Elif gibi gazetelerin magazin sayfalarını takip ediyor değildim. Onun adını bir kez olsun aratmamıştım. Onu düşünmemek için elimden geleni yapmıştım.
Adeta buranın sahibiymiş gibi kendinden emin adımlarla locaya doğru yürürken gözü kimseyi görmüyordu. Yanından geçip gittiği insanlar ona, ona ve Kayra'ya dikkatle bakıyorlar, dikkatlerini çekmek için ölüp bitiyorlardı. Kayra kimisine gülümsüyor kimisine kafasını sallayarak selam veriyordu. Dağhan ise yalnızca ileriye bakıyordu. Varacağı noktaya. Bana.
Bana bakıyordu ama beni fark ettiği an... Kim olduğumu anladığı o an...
Nasıl anlatabilirim, bilmiyordum. Zaman durmadı ya da yavaşlamadı. Sanırım tam tersi yaşandı. Her şey hızlandı. Son sürat bir duvara toslamak gibiydi. Kaza testleri gibi. Parçalandık. Gözlerinde bunu görebildim. Bir an sürdü ama gördüm. Benimle karşılaşmak onu sarstı. Tıpkı beni sarstığı gibi. Deprem gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKUNUN ESİRİ - Esaret Serisi 2
General Fictionİlk aşktan da önce ilk arkadaşlıklarını kurmuşlardı birlikte. İkisi de yalnızlığından sıyrılmış, kendilerine yaşamak zorunda oldukları hayattan bir kaçış sağlamışlardı. Yıllar geçtikçe arkadaşlıkları coşkuyla ilk aşka dönüşmüştü ama hayatın gerçekle...