KARANLIK SULARDA ⚓ - 3

297 19 0
                                    

Odaya girdiğimde Silmy odadaki tahta masanın başına geçmiş kağıtlarla uğraşıyordu. Bir süre ne yapacağımı bilemeyerek tereddütle ayakta bekledikten sonra Silmy'nin yanına ilerledim.

"Şey... Buralarda bildiğin bir mağara var mı?"

Bana bakmaya bile tenezzül etmeden cevap verdi,

"Sana buraya geçici olarak geldiğimi söylemiştim. Şurada bulunduğum kısa süre içerisinde zamanımı civar mağaraları öğrenmek yerine daha gerekli şeylerle harcamaya çalışıyorum."

Ona bir süre sinirimi kontrol edemeyerek kötü bakışlar attım. Sırtındaki delici bakışları hissetmiş gibi bana döndü.

"Ne dikilip duruyorsun başımda?"

İnanamıyordum! Benim 'nazik' dediğim adam bu muydu yani? Nasıl böyle kaba saba, umursamaz birine dönüşüvermişti?

"Hiç," dedim sıkılı dişlerim arasından. "Sadece daha ne kadar irademi zorlayabilirsin diye düşünüyordum."

"Bak, aileni mi bulacaksın, mağaraları mı ezberleyeceksin ne yaparsan yap. Sana gerekli süreyi verdim, üstelik böyle bir yükümlülüğüm olmadığı halde. Bana teşekkür etmek yerine şimdi karşıma geçmiş nasıl cesaret edebildiğini anlamadığım bakışlar atıyorsun. Sana kalacak bir yer ve yiyecek yemek verdim. Ayrıca gece seni yanıma alarak hayatını kurtardım. Daha ne yapmamı istiyorsun? O çok bilmiş zırvalıklarına inanıp birilerinin 'uzaylı' olduğunu düşünmemi mi istiyorsun?"

Sinirden gözlerim doldu ama onları geri ittim. Onun karşısında böyle bir zayıflık göstermek istemiyordum. Ben güçlü bir kadındım ve bunu ona da gösterecektim.

"Peki," dedim. "Öyleyse bana verdiklerin için sağ ol. Ama artık ihtiyacım yok sanırım. Ben kendi başımın çaresine de bakabilirim."

Bana alaycı bir bakış attı. Düşüncelerini duyuyor gibiydim. 'Ah, sen mi? Tabii ki başının çaresine bakabilirsin.'

"Nasıl istersen küçük bayan."

Etrafıma bakındım ama toplayıp gidebileceğim hiçbir şeyimin olmadığını gördüm. İçimdeki eziklik duygusunu dışarı öfke olarak yansıtmaya çalıştım,

"Bana küçük bayan demeyi kesersen iyi olur. Ben düşündüğün kadar küçük değilim."

"Başının çaresine bakmak için henüz küçüksün."

"Sen de benden pek büyük sayılmazsın aslında."

"Yaş olarak büyük olmasam da emin ol gördüklerimden dolayı senden bir asır daha büyüğüm."

Daha fazla bu konuşmaya katlanamayacaktım. Arkamı döndüm ve kapıyı çarparak dışarı çıktım. Handan çıkana kadar her şey harikaydı, ama dışarı adımımı attığım anda pek de şanslı olmadığımı anladım.

Nereye gideceğimi bilmiyordum. Her yerde sefil insanlar vardı ve bana garip bakışlar atıyorlardı. Tedirgin bir korkuyla başımı önüme eğdim ve geldiğimi düşündüğüm yoldan ilerlemeye başladım.

Etrafta nasıl bu kadar az sayıda kadın olabilirdi?

Biraz sonra geceden hatırladığım bir limana çıktım. Gece bu liman her ne kadar ıssızsa, gündüz bir o kadar kalabalıktı.

Gözlerimi birkaç saniye kapattım ve bir gece öncesinde tam orada, o kumsalda çektiğim acıları hissettim. Kemiklerim kırılmıştı sanki, her bir kemiğim teker teker kırılmıştı...

Gözlerimin yaşardığını hissedince düşünmeyi kesip etrafıma bakındım ve kalabalıktan yolumu bulmakta zorlanarak sahil şeridinde limandan uzaklaşmaya başladım. Denizi, ya da okyanusu -her neyse- göremiyordum çünkü neredeyse devasa sayılan tahta gemiler limanı tamamen kaplıyordu.

Korkuyordum... Herkes ve her şey bana olabildiğince yabancıydı. Deli olmadığımı biliyordum ve bildiğim bir diğer şeyse buranın ve bu zamanın gerçek olamayacak kadar sıradışı olduğuydu. Eski hayatımı hatırlamaya çalıştım, buraya gelmeden önceki son anlarımı. Ama her şey çok silikti. Bazı anı parçaları dışında bir şey hatırlayamıyordum.

Bacağımda hissettiğim elle küçük bir çığlık atarak bakışlarımı yere çevirdim. Kir pas içinde, uzun sakallı bir dilenci yerde anlamsız şeyler mırıldanarak sürünürcesine kapkara ellerini bana uzatıyordu. Ne yapacağımı bilemeyerek etrafıma bakındım ama dışarıda olmam bile suçmuş gibi beni izleyen insanlardan başka bir şey göremedim. Dilenci daha da yaklaşarak ceplerime ellerini atmaya başlayınca başka bir çığlık daha attım ve bana yönelen sinirli bakışları umursamadan son hız koşmaya başladım.

Her ne kadar insanlara çarpmaktan hoşlanmasam da korkudan bunu engelleyemiyordum. Tüm vücudumu saran adrenalin dalgasıyla koşabildiğim kadar koştum. Öyle ki nefesim tükenip de yere yığıldığımda kalabalıktan çoktan sıyrılmış, limanı geçmiş ve kumsalda epey ilerlemiştim. Bir süre nefes almaya çalışıp öksürük krizine tutulduktan sonra en sonunda etrafıma bakabildim.

İşte oradaydı, mağara.

Yerdeki kumları da etrafa saçarak ayağa kalktım ve gece aklıma kaydettiğim mağaraya ilerlemeye başladım. Mağaranın içi loştu ve hatırladığım gibi hâlâ küf kokuyordu. Buraya neden geldiğimi bilmiyordum, ama belki de her şeyin başladığı yerde bir ipucu bulabilirdim.

Belki de sadece bir deliyim.

Kafamı iki yana sallayarak içeri doğru girdim. Biraz ilerledikten sonra yere çöktüm ve etrafıma bakındım. Etrafı aydınlatacak bir şey getirmediğim için kendime kızdım.

Birkaç saniye gözümün karanlığa alışmasını bekledikten sonra yorulduğum için elimi yere dayadım ve elim yapışkan bir şeye batınca çabucak ayağa kalktım. İğrenerek bir elime, bir yere baktıktan sonra eğilip yapışkan beyaz sıvıya tekrar dokundum ve ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sıvının sümüksü, iğrenç bir yapısı vardı. Daha fazla katlanamayarak elimi çektim ve cebimde bulduğum bir mendile sildim.

Gözüm karanlığa iyice alışmıştı ve her yeri rahatlıkla gözlemleyebiliyordum. Bir süre etrafı inceledim ama sonuçta hiçbir şey bulamadım. Sıradan bir mağaraydı.
Daha en başından tıkandığımı hissediyordum. Ne bulmayı beklemiştim ki, gizli bir geçit falan mı?

Tam pes edip geri dönecekken loş ışıkta bir şey parladı. Kalbimin atışlarının hızlandığını hissettim ve oraya ilerledim. Beyaz sıvının biraz ilerisindeydi ve gece çıkmaya çalışırken düşürmüş olmalıydım.

Elimi uzattım ve yerdeki madalyonu aldım.

Gümüş madalyon küçüktü ve kirlenmişti. İçini açtığımda her iki tarafta da birer fotoğraf gördüm ve ben açar açmaz yere düşen, içine sıkıştırılmış küçük bir kağıt buldum. Kağıtta yazanları daha iyi görebilmek için mağaranın girişine doğru koştum ve kendimi yakıcı güneşin altına attım.

Madalyondaki fotoğraflardaki insanları tanıyordum: biri annemdi, diğeriyse babam. Onlara baktığımda kalbimin derinliklerinde bir şeylerin özlemini çektim. Tanıyamadığım, daha doğrusu hatırlayamadığım bir şeylerin özlemi.

Madalyonu kapatıp zincirini boynuma taktıktan sonra çalınmasın diye kıyafetimin içine attım ve küçük kağıdı açtım. Kağıtta yazanları okuyabilmek biraz zamanımı aldı çünkü yazı aceleyle yazılmış gibi okunaksızdı ve küçücük harflerle yazılmıştı. En sonunda şunları okuyabildim :

Bunu yapacağını biliyordum Hale Hayat! Bizi bırakıp gideceğini hissetmiştim. Sana söyledim, orası güvenli değil diye ve şu an sen de beni anlıyorsun sanırım. Tekrar çıkabilmen için bazı şeyler bulman ve yaşamını bir süre devam ettirmen gerek. Etrafındaki kimseye güvenme! İlk durağın Aspergase diye bir şehir ve oraya bir gemiyle gidebilirsin. Aradığın şey bir harita, onu gördüğünde anlayacaksın. İçgüdülerine güven! Seni bekliyor olacağım. Lütfen geri dön. Seni seviyorum...

-SAVAŞ

KARANLIK SULARDA ⚓ (FİNAL OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin