ŞİŞEDEKİ FIRTINA
Bölüm : 1
"Ölümün son iyiliği bir daha ölümün olmamasıdır."
Yıllar önce okumuş olduğum kitaptaki bu cümle tekrar tekrar yankılandı zihnimde. Her defasında daha çok yaktı canımı, daha fazla acıttı sinemi. Zalim bir cellat misali ruhuma işkenceler çektirmekten geri durmadı.
Akmakta olan kanımdan mı beslendi, yoksa sızlayan yaramdan mı bilmiyorum lâkin, etten kemikten bir yumru oldu ve gelip kursağımın tam ortasına oturdu. Ne yutkunabildim ne de kusabildim. Gaseyan edebilseydim şayet, bedenimde esaret altında kalmış ruhumu özgürlüğüne kavuştururdum. Aşk denilen illete prangalı yüreğime hürriyetini verirdim.
Şayet güçlü olabilseydim, o kitaptaki bir başka cümleyi hayatıma uygulardım:
Doğru zamanda öl!
Yaşamayı bilmeyenin ölümü de yanlış vakitte vuku bulur.
Ne yaşamayı bildin ne de ölmeyi!
Uzun dik bir yokuşu tek bir nefeste bitirmeye çalışmışım gibi yorgunum. Oturduğum yerde nefesim kesilip, ciğerlerim sızlarken soluklanmaya dâhi takatim kalmamış gibi. Karanlık dehlizleri andıran bu zihin yolculuğum güç ve yorucu, ilerisi yok, gerisiyse silik.
Gözlerimi kapatıp odaklanmaya çalışırken bir nefeslik mola ihtiyacıyla yanıp tutuşuyor bedenim. Dik yokuşlu yolun yarısında, zihnimin derinliğine doğru ilerlerken durup düşünüyorum, tekrar tekrar her şeyi ve her bir detayı. Nitekim bir şeyler eksik, bir şeyler yerine oturmuyor, bir şeyler yanlış geliyor. Yanlış giden veyahut nihayet düzlüğe ulaştığım hâlde rahatsız hissettiren bir şeyler var.
Hayatımın gerisine çekilip baktığımda önümde uzun bir yol uzanıyor; dolambaçlı, karanlık, bilinmez ve ıssız... Kimse görünmüyor ne bir yol gösterenim var ne de düştüğüm çukurdan elimden tutup çıkarabilecek biri. Tek başımayım, bu uzun ve güç yolda yapayalnızım.
Oysaki ben bunu zaten biliyordum!
Bu acı gerçekle şu anki şartlar altında bir kez daha yüzleşmem, sanırım fazlasıyla ağır geliyor olacak ki kabullenemiyorum. Kabullenmek istemiyorum.
Perspektif açıdan resmettiğim gri hayatımın karanlık bir dehlizi andıran tek yolu, ileride tek bir noktadan ibaretmiş gibi görünüyor. Yolun sonuna doğru ilerlemekten deli gibi korkuyorum. Lâkin şu anda olduğum noktada durmaya veyahut geri dönmeye takatim de yok. Bir şekilde ayaklanıp ilerlemem gerek.
Aynı cümleler bir kez daha tekrarlanıyor zihnimde:
"Ölümün son iyiliği bir daha ölümün olmamasıdır."
"Doğru zamanda ölmeyi bil!"
Yıllar önce okumuş olduğum, hatta unutmuş olduğum bu anlamsız cümleleri niçin şimdi hatırlamıştım ki? Dahası hatırladığımda canım niye bu denli yanıyordu? İlk okuduğumda bile bu etkiyi göstermemişken, şu anda hissettiklerim de neyin nesiydi?
Herhangi bir cümlenin anlamlı hâle gelmesi meğer yaşanmışlıklardan ibaretmiş, bunu şu anda fark ediyor olmam, ne acı!
Hayat da bu değil miydi zaten? Kaybedersin, elinden yitip gidenlerin değeri sert bir tokat misali çarpar yüzüne. Durup düşünürsün, ahlar ve keşkeler dilinden düşmez. Lâkin ne fayda, giden geri geliyor muydu?
Tüm bu gerçekleri düşündükçe canım yanıyor, ölecek gibi oluyorum ancak ölmüyorum, ölemiyorum. İki yandan yumruk haline getirdiğim ellerimin parmak boğumları bembeyaz kesilmiş acıyor, avuç içlerime bastırdığım tırnaklarım canımı yakıyor, içime çektiğim hava zehir olup ciğerlerime nüfuz ediyor, bedenimi ağır ağır zehirliyor. Şakaklarım acıyla zonkluyor ve gözbebeklerim her an yuvalarından dışarı fırlayacakmış gibi sancıyor...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şişedeki Fırtına ✔
Teen Fiction"Âşık oyun oynar mıydı?" Hayatımı camdan bir şişenin içinde yaşadığımı bilmiyordum. Ta ki şişenin içinde kopan fırtınayla düzenim altüst olana dek. Bilmediğim bir şehirde, esasen bana yabancı olan bir adama tutunmuş, kurtuluşu riyada aramıştım. En...