19.Bölüm: Res communes

9 1 0
                                    

Res communes: Roma ve medeni hukukta kimsenin mülkiyetinde olmayan ve herkesin kullanımına tabi olan şeyler: tamamen özel olarak sahip olunamayan şeyler (ışık, hava, deniz, akan su gibi)

Hayatımın en korkunç yaz mevsimiydi. Kamerin başına gelenler, onun gidişiyle beraber hayatım boyunca çalışmadığım kadar ders çalışma... Kalan son bir ayımızda Gamze Umut'la bize zorla ders çalıştırmıştı, bu sene derslerin tümünü verip mezun olmalıymışız. Sevdiğim kadına da söz vermiştim, onu hayal kırıklığına uğratamazdım.

Bizim yüzümüzden şu sıralar yapılacak tüm toplantılar kütüphanede yapılıyordu. Gazetemiz için de yazıları orada topluyorduk. Film gecelerinde dahi herkes film izlerken Umut'la ben bir kenarda ders çalışıyordum. Bu sırada da iki haftalık bir staj yaptım, artık hakim bile olabilirdim(!)

Her akşam Kamer'le görüntülü konuştuk. O bana yıldızları gösterip yazdığı yazıları anlatırken ben de her gün neler yaptığımı bir bir anlatıyordum. Arada sırada telefonu Zafer amca istiyordu, onunla bile görüntülü konuşuyorduk. Hayatımız güzel gidiyordu, sanki tüm kopan fırtınalardan sonra güneş açmıştı.

Bu arada, bizim fiyatlara karşı protestolarımız işçi sendikalarının da katılımıyla büyümüştü, bizimkiler çoğu zaman oradaydı. Biz de Umut'la arada sırada gidip halayımızı çekiyor, sonra ders çalışmaya geri dönüyorduk.

Okul açıldığı gün Umut'la ilk sınıfları ziyaret ettik, broşürleri dağıttık. Deniz, Gamze, Çağrı okulda yoktu artık, bu çok garip geliyordu. Okula birlikte başlamış ama birlikte mezun olamamıştık.

Hocalar bizi yeniden karşısında gördüğü için hiç memnun değildi, ara sıra derslerini bölüp slogan attığımız için bizleri o kadar da sevdikleri söylenemezdi.

Diğer fakültelerden birkaç yoldaşımızla daha buluşup pilav yemeye gittik. Okulun ilk günü böyle geçmiş oldu.

Kamer de okulun ikinci haftası geldi, bandana takmaya devam ediyordu, verdiği kiloları da almıştı. Kesinlikle daha sağlıklı görünüyordu.

O gelir gelmez evini köşe bucak temizledik, bana da zorla camları sildirdi. Sonra da hepimizi evinde topladı, film gecesini bu sefer onun evinde yapmıştık.

Günlerim derslerle, sevgilimle, yoldaşlarımla geçiyordu. Partiyle buluşup yapılacak gösterileri planlıyor, onlara katılıyor, polislerin misafiri oluyor ve tekrar ders çalışıyordum. Daha sonra sevgilimle buluşuyor, sohbet ediyor, sonra ondan ayrılıp gazete için haber yazıyordum.

Bazı öğrenciler barınma sorunu yaşadığı için oturma eylemi yapıyordu, onlara da katılıp destek verdik. Hatta Kamer bile ilk defa bizimle onları ziyarete gitmişti, hayatında ilk defa eylem gördüğünü söylemişti. Kavgasız gürültüsüz olduğu için bunu sevmişti, zaten başka eylemlere katılmasına izin veremezdim.

Aylar hep böyle geçti, birkaç defa da bizim okuldaki gericilerle kavga etmiştik. En ciddi kavgamız düzenlediğimiz piknikte LGBTQİA+ sıra arkadaşlarımıza saldırdıkları için olmuştu. O gün de baya bir dayak yemiştim. Sevgilim söylene söylene yaralarımı temizlemişti.

Tüm dersleri vermiştim. Herhalde hayatıma Kamer girmemiş olsaydı bu kadar dersi hayatta veremezdim. Mezun oluyordum işte, yine de buruk hissediyordum. Sevgilimle geçireceğimiz son yazdı, o Amerika'ya gidecekti. Kendime pasaport çıkarmıştım, vize de alabilirsem onu ziyaret edecektim. Tabii bendeki bu sicil olduktan sonra beni Kuzey Pasifik Okyanusu'na bile yaklaştırmazlardı.

Sevgilimle mezuniyet elbisesi seçmeye gittik. Sevgilim ona en yakışan rengi, kırmızıyı seçmişti. Onun elbisesini seçmek bir hafta sürmüştü, ben ise girdiğim ilk mağazada kendime takım elbisemi aldım. Benim takım elbisemi almaya annem de gelmişti, beni o kadar şık görünce de duygulanıp ağladı. En iyisi ben bunun üzerine sıcaktan bayılsam bile asker parkası giymeliydim.

Bebeğimle son kez İstanbul'u gezdik, Nakkaştepe'ye gittik. Orada piknik yaptık, teleferiğe bindik, Boğaz Köprüsü'nün ve denizin manzarasına doyduk.

 Orada piknik yaptık, teleferiğe bindik, Boğaz Köprüsü'nün ve denizin manzarasına doyduk

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sevgilimin mezuniyetine katıldım, son kez birlikte eğlendik belki de. Onunla yaptığım her şeyin son olduğunu biliyordum. Bu beni daha da strese sokuyordu. Sol elimi farkına varmadan yeniden kanatıyordum.

1 hafta sonra da benim mezuniyet törenim vardı. Umut'la ben bir el tavla atarken okul anılarımızı yad ediyorduk. Havuzlu bahçede attığımız sloganlar, Hergele Meydanı'nda ettiğimiz kavgalar, oynadığımız okeyler, düzenlediğimiz eylemler... Yıllarımız dolu dolu geçmişti, Beyazıt'ı da onun hayasız kedilerini de özleyecektim.

Umut şu sıralar bana soğuk davranıyordu. Ağzındaki baklayı da bugün çıkarmıştı.

"Sen çok değiştin, biliyorsun değil mi? Çocukken karıncaların yuvalarının önüne ekmek ufalayan çocuk değilsin. Ya da babanı vurduğun için pişman olup benim yanıma ağlamaya gelen kişi de değilsin. Sen nasıl bu kadar acımasız oldun?" Kaşlarımı çatıp onu seyrettim. Eski günlerin özlemiyle bana bakıyordu sanki, anlatmaya devam etti.

"Babanı vurduktan sonra ruhun bunu kaldıramadı, akıl hastanesine yattın. Evimize kurşunlar yağdırdıklarında konuşmuştum seninle, eline bir daha silah almamanı söyledim. Bir başkasını daha vurursan hayatının boka saracağını söyledim." Derin bir nefes aldım ve gülümsedim.

"Ama bak, bir şey olmadı işte. Ben gayet sağlıklıyım." Attığım zarın gösterdiği hanelerdeki pulları toplamaya başladım, onun ise dikkati oyunda değildi.

"Turgut'u sen mi öldürdün?" Bu beklenmedik soruyla yutkundum. Çocukluk arkadaşımdan artık bunu saklayamazdım.

"Bunu neden bu kadar geç sordun? Almaktan korktuğun cevabı duymamak için mi?" Gözleri yaşla doldu, başını hafifçe salladı. Madem öğrenmek istiyordu...

"Bizzat ben vurdum diyemem. Bak Umut, eğer intikam almamış olsaydım asıl o zaman akıl hastanesine düşerdim." Yere düşen anahtar sesini duyduğumuzda ikimiz de kapıya doğru baktık, karşımızda ağzı şaşkınlıktan açılmış sevgilim duruyordu. Galiba hapı yutmuştum.

İdeallerin PeşindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin