"Derya... Derya... Derya! Hey! Derya!"
Kulağını gıdıklayan keskin bir nefesle gözlerini açtı. Hayatında hiç bu kadar dingin ve de sakin hissetmemişti. Sanki tüm damarları birer marifetli el tarafından masaj görmüşler gibiydi. Bunun adı tam olarak huzurdu. Eş anlamlısı ise fırtına öncesi sessizlik...
Bir süre meşe ağaçlı tavana bakan kız, aslında neden burada olduğunu ve neden uyumadan önce ne yaşadığını hatırlamadığını bilemedi. Bu da onu hemen doğrulttu ve etrafına bakınmasını sağladı.
Gördüğü şey normal bir oda kadar masumdu. Yatak, halı, masa, pencere, kapı, loş ışık; sessiz ve ahşap duvarlar... Garip ama burada uyanmış olsa da bu odayı daha önce hiç görmemişti. Yine de bir o kadar da tanıdık hissettirdi...
Hiç görmediği bir yerin tanıdık gelmesi sağlıklı bir his miydi?
Bu odada öylece uyanması dışında, normal olmayan tek bir şey vardı ve genç kızın da bu sonradan dikkatini çekmişti. Kapalı kapının üzerindeki ahşap bir tabelaya öylece kazınmış kelimeler, ona anlamadığı bir mesajı iletmek istiyor gibiydiler... "Güç... Korku... Cesaret... Sevgi..."
Genç kız, ilerleyip pencereden dışarıya bakmak istedi. Göreceği şey ona nerede olduğunu söyleyebilecekti muhtemelen... Ama perdeyi açtığında hissettiği tek şey sarsıcı bir korkuydu. Tuğlalar. Pis, topraklı, düzensiz ve de karanlık tuğlalar... Hatta bir kaç kırkayak da sessizce aralarından kaçıştı ve bu da pencereyi hemen geri kapatmasını sağladı.
Genç kız uyanmaya başlıyordu ve soğuk terler de dökülmeye başladı. Biri onun ışığı görmesini istemiyor olmalıydı. Birileri tarafından kaçırılmış, alıkonulmuş, tacize uğramış ya da her neyse kötülük edilmiş gibi hisseden kız, kendini doğal olarak kapıya savurdu, ama beklediği gibi kilitli değildi. Kapı kolayca açılınca gücünü boşa harcadığından sendeledi ve huzur verici bir bahar esintisi saçlarını savurdu. Onu dışarıda huzurlu bir gecede yayılmış olan geniş bir çimenlik bekliyordu. Yani herhangi biri onu alıkoymuş gibi görünmüyordu.
Evet, şimdi klişenin sırası değil...
Bizim kız tereddütle çimlere bastı ve o niye olduğunu bilmediği çıplak ayaklarının soğuk ve nemli toprakla buluştuğu an kim olduğunu hatırladı.
Adı Derya'ydı. Akıl almaz bir üçüncü sınıf edebiyat üniversitesi öğrencisiydi. Ayrıca hayatında öyle sandığınız kadar tuhaf bir şeyi de yoktu ve tek çocuk olmakla birlikte de normal bir aileye sahipti. Ve evet, ailesinin de yanında kalıyordu. Ona bu şekilde tuhaf şakalar yapılacak kadar popüler olduğunu da hatırlamıyordu. Sadece onunla pizza yemeyi seven arkadaşları, kedisi, lezzetli kurabiyeleri, gardıroplarını dolduran kırmızı elbiseleri, siyah botları, ölmek üzere olan bir balığa sahiplik eden bir fanusu gibi abartılı olmayan ve açıkça "Ben normalim!" diyen diğer tüm her şey de hayatını kapsıyordu.
Zaten bu tuhaf dünyada kim normal değildi ki?
Ama anlamadığı bir şey vardı. Resim çizmekten nefret ederdi. Küçükken elini yüzünü boyayarak resim yapmasından dolayı hep dalga geçildiğinden doğan hoş olmayan anılara falan da sahip değildi. Sevmiyordu işte, sevmemesi için illa bir travma mı yaşaması gerekiyordu? Belki de şu an için hatırlamadığı bir travması vardı, ancak konumuz bu değil... Neden başında o ekranlardaki yaşlı amcalar gibi kırmızı bir ressam kepi vardı? Üstelik üzerindeki boyaları rahatsız edici bir şekilde karıştırılmış ahşap bir paleti de elinde tutuyordu. Sonradan fark ettiği üzerindeki beyaz önlüğe ise dans eden boyalar sıçramıştı. Neden giydiğini anlamadığı yağmurluk çizmeler bile bir kova boyaya dalmış gibi görünüyordu!
Dur bir dakika! Az önce ayakları çıplak değil miydi?
Asıl soru bu palet ve diğer tüm her şey ne zamandan beri üzerindeydiler? Odanın içindeyken mi? Yoksa odadan çıktıktan sonra mı gerçekleşmişti bu tuhaf durum?
Odadan çıktıktan sonra mı?
Derya, bu tuhaf düşünce üzerine istemsizce sırıttı. Delirmeye başlamış olmalıydı. Elbiseler ışınlanıyor değildi ya! Tabi ki de uyandığından beri o paleti elinde tutuyor olmalıydı! Şaka mı yapıyorsunuz?
Lütfen şaka olsun, Tanrım...
Karşısında ise yaz gecesinden başka bir tuval yoktu. Ama dalgalı saçları bile boya gibi kokuyor, sıvalı kollarıyla da yetenekli ve çok iştahlı bir ressam gibi görünüyordu!
Tanrı aşkına neler oluyordu? Üstelik uyandığında hiçbir şey bu kadar renkli değildi ve hatta çıplak ayakları dışında ne giyindiğini bile hatırlamıyordu!
Genç kı... Derya, bu şaşkınlık karşısında elindeki paleti bir kenara fırlatıp geri adım attı, sendeledi ve yıkıldı.
Ve havada fişekler patladı. Ama bunlar gökyüzüne sıçramış boya lekeleri gibi görünüyorlardı.
Ve bu boya lekeleri aktı, yeryüzüne damladı. Böylelikle gündüz oldu ve etrafa neşe saçıldı.
Nefes nefese kalan Derya, tüm bunlara şahit olduğuna inanamazken, sırtının bir duvara değdiğini hissetti. Şimdi açık bıraktığı o kapının yerinde uzun zaman önce sıvanmış gibi görünen bir duvar vardı ve oda da kaybolmuştu...
Derya, kendini Alice harikalar diyarında gibi hissetmiyordu. Derya kendini cehennemin dibinde hissediyordu.
Burası neresiydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JAPON GÜLÜ
Horror#theWattys2023 +18 korku öğesi barındırır. Bu kitap, yazar ve çevresinin gerçek rüyalarından esinlenilmiştir. Karakterimiz, iç dünyasının görsel savaşını verirken onu seyrediyoruz. Mantığını dünya aklıyla çözmeniz pek de mümkün olmayabilir. Ancak o...