Derya, arabadan çıktığında yüzündeki aynı şok olmuş ifadeyle birlikte geri geri gitti ve bir süre, belki bir ihtimal arabanın pert olmasını bekledi. Ama o da aksine oldukça sağlam bir gülümsemeyle birlikte Derya'ya bakıyordu. Tek bir çizik bile yoktu. Üstelik çok temizdi de...
Midesi bulanan Derya, ağzını kapatıp "Bunu bilerek yaptın değil mi?" diye sordu.
Ercan, bilmiş bir tavırla işaret parmağını salladı ve "Hayır, bahçıvan..." dedi. "Japon Gülü'nde bir şeyleri bilerek yapmazsın, çünkü burası sınırların ötesinde bir şehirdir!"
Onun kollarını ileriye doğru açıp coşkuyla gösterdiğini görmek için ardına dönen Derya, oradaki geç fark ettiği karmaşa üzerine yüzündeki lal ifadenin bir süre daha ona yapışacağını anladı. "Japon Gülü'ne hoş geldin!"
Karşısında daha önce görmediği, göremeyeceği, görmek isteyip de istemediğini bile bilmediği bir ihtişam, bir tuhaflık ve de tüm dehşet kelimelerini içine almış bir şehir duruyordu. Eğer bu şehrin bir eş anlamlısı varsa o "Kaos." olmalıydı.
Derya, çenesi yere düşecekmiş gibi şaşkın hissetti. Neyse, konumuz Derya'nın çenesinden çok daha önemli olan Japon Gülü...
Üç bir yanı da iri yüksek tepelerle çevrili, bir tarafı sürekli bir girdapta dönmekte olan hortumlu bir denizi; dans eden ve yere değecekmiş gibi görünen, her saniyede bir başka tuhaf ya da sevimli şekillere bürünen bulutları... Gökyüzünde ve denizinde insan taşıyan iri balinaları, insanların –ya da insana benzeyen şeylerin- bastığı yerden çiçek açan bahçeleri... Aslında bir yıldız olan ve hatta hareket de edebilen gecelerin kandili olan taşları, diğer tarafta da kendi kadar tuhaf olan camdan ya da sudan inşa edilmiş sarayları, gökyüzünün gülleri gibi görünen kırmızı kuş süsleri ve daha daha niceleri...
Derya, karanlıktaki bir çocuğun bacaklarının birer hançer gibi yere saplandıklarını gördü. Sonra yanındaki bir insanla konuşarak geçen leyleği... Bir nedeni olmadan gelinlik giyinmiş kadınlar gördü. Normal görünen ve de üst üste inşa edilmiş olan evlerden birinin penceresinde ise çamaşırlık ipine asılmış bir kalorifer gördü ve hatta doğru mu gördüm diye tekrar baktı. İlerdeki tepelerden kıvrılan bir nehrin aslında sudan olmadığını ve yüzlerce beyaz yılanın su gibi aktıklarını sonradan algılayabildi. Bir kızın, takım elbiseli ancak kedi kafalı bir adamın başını okşadığını gördü ve de bunun gibi daha birçok tuhaf şey zihnini ve hatta titreyen tüm bedenini ele geçirdi...
Ve sonra gökyüzünde kuşlar gibi uçuşup ama araba gibi de neşeli kornalar çalan büyük beyaz uçaklar gördü. Birbirlerinin etrafında uçuşup dans ediyor, tüm göğe hükmediyorlardı. Hatta birisi de Derya'nın çok yakınından geçti ki rüzgârı onu sanki alıp da çok uzaklara savuracakmış gibi esti.
Ayrıca uçan halılarda gezen insanlar gördü Derya, halıdan halıya atlayan çocuklar da vardı. Ve bazı kimseler tuhaf bir mutlulukla ellerindeki çuvallardan yeryüzündeki çatıların üstüne avuç avuç baklagiller serpiştiriyorlardı. Sanki tarlasını eken bir çiftçi gibi bunu gayet normal bir hareketle yapıyorlardı. Mercimek, fasulye, nohut... Bunların yanından uçan kocaman altın renginde bir yazı "Aramıza hoş geldin." diyordu ve bir süre bakınca da yazı değişiyordu. "Şimdi gülümse!" Bazen saçmalıyordu da... "Bu gün yemekte kızarmış but var... Aramıza hoş geldin... Japon Gülü çok eşsiz değil mi? Bu gün biraz hasta hissediyorum... Korkma, yalnız değilsin... Aramıza hoş geldin... Biliyor musun, buradan çok komik görünüyorsun... Aramızda kalsın, ama sırma saçlı bir oğlana aşığım... Aramıza hoş geldin... Zümrüdüanka nereye uçtu yine gördünüz mü? Aramıza hoş geldin... Ah, Japon Gülü'nün eşsiz felsefesine bayılıyorum... Ona bakın! Ne kadar da tatlı ve şaşkın! Ağzıma layık... Millet! Olur, olmadık mesajlarla evreni meşgul etmeyin! Aramıza hoş geldin..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JAPON GÜLÜ
Horror#theWattys2023 +18 korku öğesi barındırır. Bu kitap, yazar ve çevresinin gerçek rüyalarından esinlenilmiştir. Karakterimiz, iç dünyasının görsel savaşını verirken onu seyrediyoruz. Mantığını dünya aklıyla çözmeniz pek de mümkün olmayabilir. Ancak o...