27. Kemik

9 2 0
                                    

Derya terlemişti ve gücü tükeniyordu. İnsanların iğrenç kahkahalarına eklenen şarkılarını da artık çekemiyordu.

"Yeter!"

Derya bağırınca, yere vurduğu kablolar da büyük bir yıldırıma sebep oldu ve o an sadece kısa bir süreli elektrik akımında çatlayan bir telefonun karanlıkta savrulduğunu gördü. Ekranında ise Ercan'la gittiği yerdeki yaşlı adamın gösterdiği küredeki gibi hastane odasında yatan kendisini gördü, ancak bu sefer sanki bir şeyler farklıydı ve o yaşlı adamın o anki söylediklerini kulağında tekrar işitti. "Yaklaş... Ve gördüklerine inan..."

Karanlıkta savrulan telefonun gösterdiği hastane odası, o yaşlı adamınkiyle aynı değildi. Aile üyeleri farklıydı ve hatta kendisi bile farklıydı... Ancak Derya tam göremeden ekran bozuldu ve cızırdayarak koca harflerle "ONLARA İNANMA." yazdı. Sonra da telefon karanlıkta savrulurken arka arkaya mesaj bildirim sesi işitildi.

"SEN DOĞUM GÜNÜ ÇOCUĞU DEĞİLSİN."

"KENDİNE GEL."

"SEN DERYA DEĞİLSİN."

"SANA BİR ARABA ÇARPMADI."

"O GÖRDÜKLERİN DE JAPON GÜLÜ'NDEN BİRER PARÇAYDI."

"HALA NEDEN ÖLDÜĞÜNÜ HATIRLAMIYORSUN."

"HALA KİM OLDUĞUNU BİLMİYORSUN."

"KENDİNE GEL."

"SENİ KANDIRDILAR."

"O YÜZDEN HİÇ UYANAMIYORSUN."

"VERDİKLERİ BU BEDEN BİLE SANA AİT DEĞİL."

"GÖRDÜĞÜNE VE DUYDUĞUNA DEĞİL..."

"BİLDİĞİNE VE HİSSETTİĞİNE İNAN."

"ÇÜNKÜ HEPSİ BİR YANILSAMADAN İBARET...."

"ONLARA UYMA."

"VE NE DEDİKLERİNE KULAK ASMA."

"SADECE İLERLE."

"VE GİTMEN GEREKEN YERE ULAŞ."

"İSTEDİĞİN ŞEY NE?"

"ONA ULAŞ."

"O SENİ BURADAN ÇIKARACAK."

"RENKLERE VE ÇİÇEKLERE DE İNANMA."

"ŞİİRLERE VE KAHKAHALARA DA KULAK ASMA."

"EĞER İNANIRSAN, SENİ AĞLATAN ŞEY DOĞRU OLANDIR."

"HAKİKATİ GÖR."

"ARTIK UYAN!"

"VE BİZE DE KENDİ DERDİNİ ANLATMAYA ÇALIŞMA."

"BİZ KENDİMİZE..."

"...DERDİK..."

"SEN DE..."

"...DE..."

"...OL..."

Mesajlar eksik gelmeye başladığında telefon zaten çoktan uzaklara savrulmuştu ve bir an salonda tekrar uyanan Derya, yanına aniden gülerek yaklaşan yetişkin bir adamın, ona doğru elini –sanki dansa kaldırmak isteyen nazik bir kavalye edasında- uzatarak geldiğini görünce iğrenç bir hisle tüm bedenini buz kesti. Ancak şimdi elinde ne bir kırbaç ne de bir halat ya da kablo vardı.

Şiirlere ve kahkahalara kulak asma...

Hızlı düşünen Derya, adam ona ulaşmadan önce bileğinden kavrayıp büktüğü gibi yere çaldı. Zaten zayıf olan adamın kolu kolayca kırılmış ve kemiğinin sesi de salonun kubbesinde yankılanmıştı. "Çatırt!"

Derya, kendisinden böyle bir güç beklememenin verdiği şaşkınlıkla ellerine baka kalmışken geriledi ve yaşlı adam da yere düşer düşmez tıpkı o yaratıklar gibi bir et ve kemik yığınına dönüştü, ancak onlar gibi de devinmeye devam etmedi. Derya, salondaki diğer bakışlara aldırmadan yönünü salonun kapısına doğru çevirdi ve sürekli kendine şunu tekrarladı.

"Bunların hepsini sen uyduruyorsun. Gerçek değil. Bunların hepsini sen uyduruyorsun. Gerçek değil..."

Derya, salonun iri kapısını açtığında, kapının tıpkı hikâyenin en başındaki oda gibi tuğlalarla kapatılmış olduğunu gördü. Bunu görmeyi beklemeyen Derya, amansızca irkildi.

Bu hikâyenin ilk görüntüsü, acaba aynı zamanda hikâyenin de sonu mu demekti?

Derya, ardındaki derin sessizliğe dalmış insanlardan korksa da başını tekrar çevirdi, ancak gördüğü görüntü ona bir kez daha Japon Gülü şaşkınlığını musallat edecekti. Burada hiçbir şeye alışılmıyordu. İşte Japon Gülü'nün de farkı buydu.

Sanki o mezarlığa tekrar dönmüş gibiydi, ancak şimdi mezarlık karanlık değil, aksine ışıl ışıl parıldıyordu ve daha yeni sessizce onu süzdükten sonra saldıran insanların her birinin yerinde birer dikili taş vardı. Üzerlerinde kim olduklarına dair isimler yoktu, ancak daha yeni ki maskelilerin maskeleri de o taşlara olduğu gibi işlenmişti. Mezar taşlarının gözleri yoktu tabi, ancak Derya'ya hala onu izliyorlarmış gibi de geldi. Hatta bu sefer taş maskeler ardındaki karanlık yüzeyde görünmeyen gözler, daha da deliciydi ve Derya'ya artık izlenmekten çok, yaralanmış hissiyatı veriyordu. Her bir bakış, sanki onu delip geçiyordu. Olmayan gözleriyle Derya'nın çıplak zihni üzerinde baskı uyguluyorlardı.

Derya, onlarla göz göze gelmemeye çalışıp aralarından ilerledi ve salonun büyük merdivenlerine doğru yöneldi. Sanki bu durumu daha önce de yaşamıştı, evet, mezarlık... Ve yine o mezarlıktaki narin aydınlığa çıkan merdivenin aksine... Bu sefer antik çağlardan kalma iri iri taş yığılmalarından ibaret olan merdivenlerin tam yanına gelmişti ki başına kaldırdı ve aslında yukarıda kat değil de bunun bir kayalıklı uçurumlara sahiplik eden karanlık bir dağa çıkan merdiven olduğunu gördü. Dağ, yanına yaklaşmadan bile oldukça sıcaktı ve muhtemelen bir yanardağın taşkınlığına sahipti. Çünkü zirvesinden dumanlar yükseliyordu ve şimdi de taş merdivenlerin her iki yanından gürültüyle aşağıya doğru akmaya başlayan lavlar, geçtikleri yerleri acımasızca eritiyorlardı. Bu dağa oyulmuş ürkütücü merdivenler de daha çok sanki üst üste yığılmış antik birer mezara aitti. Ve daha sonra da sanki bir cehenneme ulaşıyormuş gibilerdi. 

JAPON GÜLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin