30. Üst beyin

6 2 0
                                    

Derya, o beyaz evin olduğu sokağa fırlatılır fırlatılmaz bardak kırılıp etrafa saçıldı ve genç kız da kırık bir çıplak parça gibi kenara savruldu. Uğundu ve yerde kıvrandı. Hiçbir cam parçası onu kesmemişti, ancak duygusal ve de fiziksel olarak yeterince yorulmuş hissediyordu.

Sonra tam kulağının dibinde tuhaf bir tınıyla hissettiği kalp atışı ile birlikte gözlerini açtı. Derya, şimdi o beyaz evin arkasındaki Ercan'ın yaklaştırmadığı pis ve de karanlık sokaktaydı ve en başta gördüğü içinden kalp atışı duyulan buzdolabının önüne savrulmuş yatıyordu. Derya, yavaşça ayağa kalktı. O kadar kırığın içinde gerçekten şaşırtıcı bir şekilde kendisine bir ufak çizik ya da yara yoktu. Kel başından da ne zaman olduğunu bilmediği bir anda yeni saçlar belirmiş, üç numaraya vurdurmuş bir erkek gibi görünüyordu.

Bir süre buzdolabının karşısında dikildi ve sadece ondan yayılan kalp atışı sesini duyarken de tüm Japon Gülü'nün ürpertici bir sessizliğe bürünmesi onu korkuttu. Normalde buralar bu kadar sakin kalmazdı. Özellikle en son yaşadıklarından sonra... Kalp ise hiçbir şeyi ya da hiç kimseyi umursamazcasına atıyor ve hiç yorulmuyordu. Derya'nın aksine dingin, heyecanlı, azimli ve biraz da umutlu gibiydi.

Bir canlı, hiç durmadan senelerce belirli ritimlerde çalışabilir miydi? İşte bazen bir kalp bile bir insandan daha güçlü olabiliyordu... Ve tüm vücut... Aslında içinde hiç uykunun ve dinlenmenin olmadığı Japon Gülü buna bir örnekti. Vücudun hiç dinmeyen karmaşık savaşı... Peki, bu durumundan habersiz olan insan, bu kıymeti ne kadar kavrayabiliyordu? İçinde yaşanan bu savaşların ne kadarından haberdardı? Depresyon mu? Anksiyete mi? Baş ağrısı mı? Kalp çarpıntısı mı? Ya da bir kaç kanama mı? Ya da gizlenip de seneler sonra ortaya çıkan öldürücü bir kanser gibi mi? Şimdi anladınız mı vücudun savaşının bunlardan çok daha ötede bir karmaşaya sahip olduğunu? Şimdi anladınız mı o her bir hücrenin ne kadar da değerli olduğunu? Şimdi anladınız mı böylesi bir dünyaya yaptığımız iyilik ve kötülüğün ne denli etkili olduğunu?

Ya hepsini hissettiğimiz bir dünyada yaşasaydık? Kafamız Derya kadar rahat olur muydu?

Kalbin büyüsüne kapılıp da elini buzdolabının kapağını uzatan Derya, bir an için karşısındaki bu gerçeğe dayanılmaz bir saygı hissetti. Kendisi yorgundu, bitmişti, kafası karışıktı, nerede olduğunu ve buradan nasıl çıkacağını hiç bilmiyordu. Ancak tüm bunlara rağmen umursamazca atan bir kalp, ona sanki o attığı sürece her şeyin yolunda olduğunu fısıldıyordu. Derya, onun dilini bilmediği sesinde kendi varlığını, hayatını, geçmiş ve hatta geleceğini ve tüm gerçeği hisseder gibi oldu ve bu da gözlerinden bir kaç damla yaş süzülmesine sebep oldu. Bir insan, pes etmeden devam edebilmek için bir kalpten güç ve ders alabilir miydi ki? Alabilirdi, almıştı da...

Derya, elini ona uzattıkça kalp attı, kalp attıkça da onu tüm bedeninde hissetti. Sanki o kalp Derya'nın oldu ve Derya da onun... Ve kapağı açtı. Tiz bir soğuk çıplak vücuduna dokundu ve bu ürpertici his üzerine kalp durdu, ümit soldu... Şimdi karşısında bir ayna vardı ve buzdolabının içinden Derya'ya kendi çıplaklığını sergiliyordu. Birileri de aynanın üzerine kanlı bir parmakla "Camı temizlemek hayata benzer, toprağı temizlemek insana benzer." yazmıştı.

Derya'nın ardında ise görünürde ne Japon Gülü ne de herhangi bir şey vardı. Kapkaranlık bir boşluktu ve Derya, kendisiyle göz göze geldiği an dokunduğu yerden ayna çatladı ve bu çatlak sanki bir gök gürültüsü gibi büyük bir gürültüyle dolaptan dışarıya sıçradı. Derya'nın etrafındaki ev, sokak, yer, gök, hepsi birer birer kırılgan bir cam gibi çatlamaya ve bir cam kırığı gibi de ses çıkarmaya başladılar. Sonra ilerden, çok çok uzaktan Ercan'ın öfkeli bir çığlığı duyuldu. Ama ne kadar uzakta olsa da Derya onu tüm netliğiyle işitebiliyordu.

"Ne yaptın sen? Ne yaptın! Sana o dolaba dokunma demiştim! Sen ne yaptın kadın?"

Derya, şaşkınlık içerisinde bakakalmışken ayağın altındaki yer de bütünüyle kırıldı ve bir anda yolun içindeki çatlaklardan fışkıran fareler, bir sürü haline gelip de Derya'yı çığlıkların arasında bir şelale gibi Japon Gülü'nden taşırdılar. Derya, çıplak vücudunda hissettiği milyonlarca küçük tırnak, kuyruk ve de tüylerden huylanınca da istemsizce kustu ve bu kusma öyle bir hal aldı ki onu geriye savurdu, Japon Gülü'nün bir ucuna, beyaz evin tam aksine fırlattı.

Japon Gülü yıkılıyordu. Tüm ihtişamıyla yok oluyordu. Şimdi tüm bir zerresi renkli ve de tatsız tuhaf bir çorbaya dönüşmüş, ortada dönüp duruyordu. Gökyüzündekiler yere dökülüyor, yeryüzündekiler göğe karışıyordu. Tüm şehir sanki bir şelale olmuş akıyor, sanki dev bir yaratık da bir şekilde tüm içindekileri kusuyordu. Üstelik boğucu sesler çığlıklara dönüşüyor, sanki birileri ağlıyor, sonra kızgınca bağırıyor ve sonra da tüm her şey bir olup kulakta uğulduyordu... 

JAPON GÜLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin