34. Epifiz

5 1 0
                                    

Derya, annesinin kollarında huzuru bulan gözlerini açtığında bir hastane odasındaydı. Tüm bedeni uyuşmuş, karşısındaki pencereyi iki tane görüyordu. Derya istese de konuşamadı ve gözleriyle etrafını incelendi. Gerçek gibi hissettiriyordu. Gerçek bir dünya kadar soğuktu... Ah, gerçi Derya bir süre bu kelimeyi kullanmayacaktı.

Uyanmış mıydı yani? Tüm o saçmalıklar bitmiş miydi? Yaşıyor muydu artık?

Onun uyandığını fark eden bakıcı hemen koridora koştu ve ailesini çağırdı. Annesi, babası, ağabeyi ve de arkadaşları bir bir içeriye girerlerken sevinçle Derya'nın yanına koştular ve şükrettiler.

Derya, henüz onlara bir cevap veremese de o da mutlulukla gülümsedi. Ancak arkadaşların ardına baktığında tüm gülümsemesi bir çiçek gibi soldu ve zorla işaret parmağını kaldırırken de "O..." dedi. "O..."

Ercan, kapının önünde dikilmiş terler içinde gülümsüyordu ve Derya'ya "Neden beni ardında bıraktın?" diye sordu. "Üşüdüğümü söylemiştim. Duymadın mı? Üşümek korkunç Derya, acı veriyor..."

Derya, tekrar acı çekerek sıkıntıyla "O..." dedi. Niye konuşamadığını anlayamıyordu. Ailesine acı çekerek tekrar baktı ve "O yaptı bunu..." dedi. "O yaptı... Bunu o yaptı..."

Biran Ercan'ı işaret eden kolunu tutan kız arkadaşlarından biri "Hayır Derya!" dedi. "O yapmadı, sen yaptın!" diye bağırdı ve kızın yüzü bir anda öyle korkunç bir şekilde eridi ki Derya'yı tutan elleri de canını yaktı.

Kolunu arkadaşından kurtaramayan Derya, gözlerini kıstı ve tekrar hastane odasında uyandı. Başında belgeleri kontrol eden genç bir Doktor "Sakin olun." dedi. "Her şey yolunda, iyileşeceksiniz. Şimdi ailenize çağıracağım ve her şey normale dönecek."

Doktor dışarıya çıktığında içeriye giren kişi elindeki koca bir papatya buketiyle beraber gülümseyen Ercan'dı ve üzerinde bu sefer mavi bir gömlek ile kot pantolon vardı ve çok sakin görünüyordu. Bu sefer gerçekten uyanıp uyanmadığını anlayamayan Derya, korkuyla gerildi ve ağzındaki yapay solunum borusundan dolayı da çığlık atıp yardım isteyemedi. Yüzündeki rahatsız edici bir gülümsemeyle birlikte ona doğru yaklaşan Ercan ise çiçekleri Derya'nın başucuna masum bir titizlikle koydu ve herhangi bir şey demeden ellerini titizce onun boynuna götürdü. Ve sıktı, sıktı. Yapay solunum borusu ağzındayken nefesi kesilen Derya çırpındı, gözleri hemşire çağırma düğmesini aradı. Ancak ona dokunamayacak kadar da uzaktaydı. Sonra eline İlk önce o buket geldi ve Ercan'ın kafasına geçirdi. Papatyalar etrafa saçıldı. Başucundaki önceden geldiği anlaşılan bir ziyaretçinin bıraktığı meyve suyu şişesini de başına geçirdi. Kutu patladı ve tüm her yere, beyaz çarşaflara ve de mermerlere kırmızı renkte vişne suyu sıçradı. Derya, elini kenara bir kere daha uzattı, ancak bu sefer bir şeylere ulaşacak gücü kendine bulamadı ve yavaşça gözleri kapanırken Ercan'ın sinirden kızarmış yüzüne bakakaldı.

Onu bu kadar sinirlendirecek ne yapmıştı ki? Doğru düzgün tanıdığını hatırlamıyordu bile... Ne yaptım ben sana? Ne istiyorsun benden?

Ve gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. Duyulmasa da "Anne..." diye mırıldandı.

Annesi onu duymuş olacak ki "Efendim?" dedi ve Derya bir kere daha gözlerini açtı.

Tekrar hastane odasında, ancak bu sefer annesinin gül yüzüyle karşılaşarak uyandı. Başucunda onu gülümseyerek seyrediyor ve elini de sıkıca tutuyordu. Derya'nın ağzını kapatan bir şey de yoktu bu sefer, Ercan da yoktu. Rahatlıkla onunla konuşabilirdi.

"Anne biliyor musun?" dedi. "Çok tuhaf bir rüya gördüm."

"Öyle mi? Anlatsana bana ne gördün?"

"Anlatamayacağım kadar tuhaf bir rüyaydı anne..."

Annesi gülümsedi. "O kadar tuhaf olan da neydi?"

Derya'da gülümsedi. "O kadar tuhaftı ki..."

"Rüyalar tuhaf olmazlar mı zaten?"

"Evet, tuhaf olurlar, ama bu çok daha tuhaftı. Fare kulaklı adamlar vardı, iskeletler dans ediyordu, yıldızlar böcekti, bulutlar ateş ediyordu ve hatta bulutların etekleri de vardı! Hatta ben de ressamdım!"

Annesi tekrar kıkırdadı. "Gerçekten tuhaf bir rüyaymış!"

"Ve seni öldü sanıyordum. Sana ait bir mezar bile vardı. Sonra bir polis bana saldırıyordu. Ondan kaça bilmek için de tüm şehri yakıyordum! İnanılmazdı! Dünya gibi değildi! Anlatamayacağım kadar inanılmazdı!"

"Gerçekten ilginç bir rüya, ama bak, ben yanındayım ve şehir falan da yıkılmıyor."

"Özür dilerim anne..."

"Nedenmiş o?"

"Bilmiyorum... Öyle... İçimden geldi... Seni ölmüş görünce bazı şeylere özür dileme ihtiyacı hissettim. Bilmediğim bazı şeylere... Özür dilerim... Beni affet, olur mu?"

"Seni çoktan affettim ben zaten güzel çocuğum... Biricik evladım var zaten, onu da affetmesem kime çocuğum diyeceğim başka?"

"Uyandım mı anne? Gerçekten uyandım mı?"

"Uyandın tabi ya! Hepsi geçti. Üzme artık kendini, artık tüm gerçeğe uyandın."

Derya, annesine gülümseyerek bakarken gözünün önünden geçen mavi bir kelebek üzerine dikkati dağıldı ve gözleriyle onu takip etti. Kelebek, latif bir hareketle sessizce ilk önce duvarda yukarıya aşağıya zikzaklar çizdi. Gök mavisi kanatları çok narin ve eşsizdi.

"Görüyor musun anne?" dedi Derya... "Çok güzel bir kelebek, çok güzel kanatları var. Japon Gülü'nde de buna benzer bir kelebek vardı."

Kelebek, en sonunda uçtu, uçtu, uçtu ve Derya'nın burnunun üzerine kondu. Birkaç kez daha olduğu yerde kanat çırptı ve Derya, burnunun ucuna bakarken de kalp durdu, makine öttü. İçeriye giren Doktor "Hastayı kaybettik..." dedi. "Başınız sağ olsun."

Derya, gözlerini bir anda kaybolan kelebeğin yerinden, yani burnunun ucundan ayıramadığı için doktorun yüzüne başını kaldırıp da bakamadı. Belli belirsiz görünen yanındaki annesinin de sanki bir an o kelebek gibi kanatları olduğunu gördü. Sanki bir an açılıp tüm odayı kaplamış ve sessizce geri kapanmıştı, ancak çok beli belirsiz ve hızlı olduğundan Derya gerçek mi, hayal mi anlayamamıştı. Gerçi şimdi de ne yaşadığını tam olarak bilmiyordu. Hareket edemiyordu ve nefesi kesilmişti. Sanki tüm vücudunun üzerine bir bina yüklenmişti. Ama doktorun sesinden tanımıştı, bu Ercan'dı. Yine mi?

Derya, sessiz çığlıklarını duyuramasa da Ercan yatağına yaklaştı ve makinenin fişini çekti.

Bu kadar mıydı? Şimdi gerçekten ölmüş müydü? Her şey bitmiş miydi? Son bu muydu?

Derya, ölmekten çok bir yere sıkışıp kalmış gibi hissediyordu ve bedenini de ne kadar istese de devindiremiyordu. Nefes de alamıyordu.

Ve ruh gerçek dünyaya gerçekten uyandığında, beden kriz geçirmeye başladı. Sarsıldı, ağzından köpükler geldi, makine alarm verdi ve tüm doktor ile hemşireler "Acil durum!" diyerek koşturdu.

Hastanın yakınları da yoğun bakımından uzak tutulmaya çalışıldı. Beden, bu dünyaya artık gerçekten uyanmak istiyordu ve bu yüzden de zihniyle akıl almaz bir savaş veriyordu.

Tam ensesinden onu soğuk bir el yakalayıp kavradı. Tüm bedenine işleyen bu el, bu sefer Ercan'ın değil, ölümün eliydi. Beden amansızca titredi. Tıpkı Ercan'ın dediği gibi "Soğuk!" tu. Ama dünyaya ait bir soğukluk değil, sanki ruh da hissediyordu. Dünyadaki tüm buzlardan daha soğuk ve sanki aynı zamanda dünyadaki tüm ateşlerden de daha yakıcıyı ve bu yüzden de bedenini soğuk bir ter kapladı. Ölümün kemikli ve kocaman eli, bu ufak şakasından sonra onun ensesinden çekildi ve geriye büyük bir tüyler ürperten bir his bıraktı. Sanki bu his, uçurumdan aşağıya hızla düşüyormuş gibiydi ve gözlerini açtı.

Onunla birlikte ağaç adam, papağan adam, koskoca Japon Gülü, Derya, Ercan da gözlerini açtı ve hepsi tek bir bedende uyandı.

Sonra genç insanlar gördü. Ona nefes alması için su içirdiler. Yaşlı adamlar gördü, tarihi şahsiyetleri gördü, sevdiklerini gördü ve belki sonradan yüzlerini unutacağı güzellikte insan dışı ruhlar... Hepsi hastane odasını doldurup da etrafını çevrelediler ve hepsi ona gülümseyip, sakinleştirdiler.

JAPON GÜLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin