"Hanımefendiyi rahat bırak!"
"Arkadaş?"
"Ah, bizim yalnız, üzgün ağacımız! Şimdi o iç bayıltan şiirlerine ne oldu? Derya'yı akşam yemeğin yapman için daha fazla kandıramadın mı yoksa? Yoksa onu o dikenli yatağında mı saklayacaksın?"
"Hanımefendiye tek adım bile yaklaşma!"
"Seni küstah ağaç! Uzun zaman önce seni kovmuştuk! Gidip bir köşede kuruman ve ölmen gerekiyordu! Çiçeklerin çoktan dökülmüş ve sen hala neden zırvalıyorsun? Kulaklarımı acıtıyor sesin!"
"Aaa!" Ağaç adam, kızgınlıkla bağırıp da dallarını hızlıca Ercan'a savurduğunda, Ercan, elindeki silahını bir anda sarı bir kılıca döndürüp de onları kesti ve beyaz boya sıçraması gibi sıçramalar gecenin karanlığında aktılar.
Sonra Ağaç adam tekrar bağırdı. Ama bu sefer daha güçlüydü ve hatta Derya da patlamak üzere olan kulaklarını tıkadı.
Ardından Ağaç adam, uçan bir ejderhaya dönüştü. Rengi Ercan'ın kılıcından daha parlak bir gümüş gibiydi. Gözleri koyu bir ağaç rengi kadar yeşil, ağzından çıkan ateşi ise eflatundu. Sanki gecenin içinde bir ay, bir güneşti. Derya, korksa da yine ona hayranlıkla bakmaktan kendini alamadı, ama çok geçmedi Ercan'ın büyüyen kılıcı onu da ortadan ikiye böldü. Bu sefer bir ışık parlayıp ejderha patladı ve yeryüzü tekrar gündüz oluverdi.
Derya, bir anda çığlık içinde korksa da ağaç adam, bu sefer kendi haline geri döndü. Ama artık dalları yoktu ve havada öylece asılı kalan yalnız bedeninin her tarafından masum ışıklar saçıyordu ki gözler bakmaya dayanamıyordu. Bu ışık, onun gözlerinden, burnundan, avuçlarından ve her tarafından fışkırıyor, fışkırıyordu. Şimdi gerçekten şehre gerçek bir güneş doğmuş gibiydi. Ama çok geçmeden anlaşıldı ki öldüğü için böyle görünüyordu. Son kez mırıldanan ağaç adamın kafiyesi de artık yavaş yavaş bozuluyor gibiydi.
Hanımefendiyi koruyamadığı için arkadaş üzgün ve de neşesiz...
Çok görmeyin... Üzülmeyin... Efendim... Olur mu?
Üzülmeyin efendim.
Bu yolunuzun sonu eğer sabrederseniz, düzgün ve tasasız...
Üzülmeyin...
Sahip sizi koruyor ve gerçeği biliyor, bu adam ise güçsüz ve cahil...
Ve son kez dinleyin lütfen bu cahili...
Çünkü ona söylemesi emredildi...
Kadınlara ben değer verdim, onlara güvendim, onları korudum.
Kadınlara ben değer verdim, onlara güvendim, onları korudum.
Kadınlara ben değer verdim, onlara güvendim, onları korudum."
Ercan "Artık yeter!" diye bağırınca ışık patlayıp geriye kalan yıldızlar yeryüzüne döküldü.
Derya ağladı ve Ercan'a doğru çığlık attı. "Tüm sevdiklerimi öldürmek zorunda mısın? Tüm sevdiklerimi benden alacak mısın?"
Derya, acı ve kederle bağırıp ağlarken, her iki tarafından onu sandalyeye sıkıca bağlayan koskoca bir siyah anakonda tüm hücrelerini canı sanki kemiklerine geçene dek sıktı, sıktı ve sandalyeye daha da çok bağlandı. Ağlarken boğazı düğümleniyor, sanki ağlamak istedikçe daha da boğuluyor, yutkunamıyordu. Japon Gülü'nün ağlaması bile bir tuhaftı! Ama bu gözyaşları içinde boğularak uyandığı dünyadaki o rüyalara benzemiyordu. Burada, bu sonsuz döngüden asla bir türlü uyanamıyordu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JAPON GÜLÜ
Horror#theWattys2023 +18 korku öğesi barındırır. Bu kitap, yazar ve çevresinin gerçek rüyalarından esinlenilmiştir. Karakterimiz, iç dünyasının görsel savaşını verirken onu seyrediyoruz. Mantığını dünya aklıyla çözmeniz pek de mümkün olmayabilir. Ancak o...