Japon Gülü'nün en dünyaya benzeyen yerlerinden biri olan lokantasına geldiklerinde genç adam, Derya'yı müsait bir köşeye oturtup içecek almak üzere ayrılmıştı. Buraya gelene dek tek kelam etmemişler, genç adamın omuzundan seyreyleyen papağan da "Öldür onu!" demekten başka bir şey konuşmamıştı. Derya ise tekrar ve tekrar genç adama bakmamak için kendisi ile savaşmış ve bundan da yorgun kalmıştı. Genç adamın dış görünüşünde gözleri kendine çeken bir tür mıknatıs vardı ve bunu kontrol edebilmek mümkün değildi. Ya gözler bağlanmalıydı ya da adam yok olmalıydı. Onu ardından takip eden Derya için ise bir üçüncü seçenek mümkün olmamıştı. Gerçek dünyada bu kadar güzel yaradılışlı biriyle karşılaştığını ya da karşılaşabileceğini hatırlamıyordu. Beyin sistemi ele geçirdiğinde imkânsızları da başarabiliyordu demek... Ancak buradaki asıl soru gerçekten olan bir şeyi mi gösteriyordu, yoksa sadece öyle gibi mi hissettiriyordu? Kandırma yetisi gelişmiş bir yaratılışa sahip beyin için ikinci seçenek daha mümkün olabilirdi. Ancak Derya, şimdi bunları düşünerek kendisini kandırdığına inanmak istemiyordu. Güzel olan güzeldi işte, görünen güzellik başka kanıt istemezdi.
Derya, geldiği dünyada nasıl biriydi bilmiyordu, ancak kendisini hiç bu kadar bir erkeği merak ederken bulmamıştı. Onun değil de sanki o olmak istiyordu... Bu arzulamak gibi değil de bir tür hayranlıktı ve böylesi ihtişamlı gözükmek nasıl bir histi acaba? Belki de beynine öylece giren bir melekti? Bu da mümkündü. Tam bunları düşünürken önündeki masaya koca bir kupa içecek kondu ve Derya'nın dikkati ister istemez yine dağıldı. Çünkü bir çorba kâsesi kadar geniş ve büyük kulplu bardaktaki sıvı, yarı mavi yarı siyah bir gökyüzü rengindeydi ve içindeki yıldızlar da etrafa ışık saçıyorlardı. Sanki tüm evren o bardağa sığdırılmış gibiydi; samanyolları, galaksiler, karadelikler... Ercan'ın ikramından da daha büyük bir evren...
"Biraz daha bakarsan seni yutar, dikkat et."
Japon Gülü'nde bir şeyler, sürekli bir şeyleri yutuyordu.
Genç adam, yanına oturduğunda elindeki Derya'nınkine benzer içeceğini yudumladı. Boğazından akan sıvı neredeyse görülebilirdi, çünkü bu akıl almaz içeceğin ışığı o denli göz alıcıydı ki ten altından bile yansıyordu. Genç adam, Derya'nın şaşkınlıkla bunu fark ettiğini görünce "Ah bu bir gece boyunca devam ediyor, ışığını kesmek için üstünü çimden yapılmış yorgan ile örtmen gerek. Yoksa karnın gece boyunca rahatsız edici bir kandile dönüşebilir. Ancak verdiği his de mutlu edici... Görmek ister misin?"
Adam, siyah kravatına yeltenince Derya "Dur!" diye bağırdı.
Papağan da irkilip "Onu öldür!" dedi.
Daha sonra Derya "Gerek yok." dedi. "Ben de içeceğim zaten..."
"Afiyet olsun o zaman..."
"Peki, ama bu nedir?"
"Adı Japon Gülü..."
"Burası gibi mi?"
"Gibi değil zaten burası... Tüm Japon Gülü bu bardağın içinde..."
"Dalga mı geçiyorsun?"
"Niye geçeyim? İşte bak. Hisset. Kavuş."
Derya, tekrar bardağa baktı. Ancak gözleri baktıkça bakmak istiyor, sanki uzayın derinliklerine çekiliyor, büyüleniyor, boynu istemeden bardağa doğru eğiliyordu.
Ve papağan tekrar "Öldür onu!" diye homurdanınca rüyasından uyandı ve gözlerini bardağın içindeki o ışıltılı dünyadan kurtarıp karşıya baktı. Bir an için kendini uçurumdan düşmekten kurtulmuş biri gibi güçsüz hissedince "Acaba..." diye düşündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JAPON GÜLÜ
Horror#theWattys2023 +18 korku öğesi barındırır. Bu kitap, yazar ve çevresinin gerçek rüyalarından esinlenilmiştir. Karakterimiz, iç dünyasının görsel savaşını verirken onu seyrediyoruz. Mantığını dünya aklıyla çözmeniz pek de mümkün olmayabilir. Ancak o...