Vahşi fare sürüsü gibi yaratıklar, Derya'yı kovalarlarken yaklaştıkça bir köpeğe dönüşüp daha da hırslanıyorlar, o da tüm gücüyle koşuyor, üzerine basabileceği ne varsa basıp dengede kalmaya çalışarak bu korkunç çorbanın içine düşmemek için ya da düşmemeye çalışmak için azmediyordu. Çünkü bugün niyeti bir baharat olmak değildi. Hala tepede bir parça duran o beyaz eve ulaşmaktı. Biliyordu ki çıkış yolu da yine oralarda bir yerlerdeydi. Tüm bunları başlatan orası olduğu gibi tüm sorularının kaynağı da orasıydı.
Bildiğine ve hissettiğine inan...
Bu sırada Ercan da küçük cılız yılanları üfleyip Derya'nın üzerine uçmalarını sağlamak gibi şeyler yapıyor ve tüm gücüyle onu engellemeye çalışıyor görünüyordu. Ardından koşarken de sürekli bağırmaktaydı.
"Beni yalnız bırakma! Derya lütfen dur! Soğuk! Anlamıyor musun? Üşüyorum diyorum! Ne olur beni yalnız bırakma! Derya!"
Hayır, soğuk falan değildi. Aksine tüm lav çorbası şehri karman çorman ederken, Derya bu çıplak haliyle bile erimiş gibi hissediyordu. Tepelerindeki bir zaman gözden ibaret olan güneş, şuanda bakılması zor kızgın bir surata dönüşmüş, sanki o kızdıkça da sıcaklık artıyordu ve gözlerinden akan birer damla gözyaşı da lava dönüşüp gökten yere kızıl, ince bir şelale sergiliyordu. Gökyüzü kızıla boyanmış, yıldızlar alev alıp yere yağıyor ve hatta onların ardından gelen Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve hatta tüm samanyolu birer ateşe dönüşüp yere yağıyorlardı. Onlar yağdıkça da yer yarıldıkça yarıldı ve lavların içine düşen koskoca gezegenler küçük birer toz parçası gibi kayboldular.
Ercan'ın başından beri tartıştığı şu soğuk meselesi neydi bilmiyordu, ama onu dinlemeyi çoktan bırakmıştı Derya... O denli bir sıcaklıktı ki gözleri ya eriyordu ya da artık bu dehşete dayanamayıp bozulan duyguları onu farkında olmadan ağlatıyor olmalıydı ki yanakları gözyaşlarından ıslandıkça ıslanıyorlardı.
Derya, ne kadar azmetse ne kadar koşsa da sürekli bir engel onu geriye doğru atıyor, beyaz evin olduğu tepeye istese de bir türlü ulaşamıyordu. Ulaştığında ise bir şeyler onu alıp tekrar geriye savuruyordu. Bu yüzden de gözyaşlarına daha da boğuldu ve üzüntüsünden de boğazını sıkan bir el yutkunmasını engelledi. Ama vazgeçmedi.
Biliyordu, o eve ulaşmalıydı. Yoksa bu canavar şehir onu olduğu gibi yutacaktı. Ve bilmiyordu, eğer yutulursa tekrar gerçekten uyanabilir miydi?
Derya, arabalara bindi, gemilerde salındı, dağların tepelerinden koştu, ağaçlara kolayca tırmandı, kuşlar onu uçurdu; havuzlardan yüzerek geçti, yaratıkların üstüne basarak uçtu. Ama yine de sanki beyaz ev gittikçe ondan daha da uzaklaştı.
Ercan da bu sırada pes etmeden peşinden gelmeye devam ediyor ve her bağırdığında sesi sanki gittikçe daha da şiddetleniyordu. "Dursana artık! Vazgeç Derya!"
Ve tüm Japon Gülü üzgün bir feryada boğulmuşken, aynı zamanda Derya'nın bu savaşından keyif alarak dile geldiler.
Neyim var benim?
Sanki hislerim ve iyi olduğum her şeyim...
Birer birer çekilmişler gibiyim.
Ah, neyim var benim? Nesi var bu bedenin?
Yaptıklarım neden bu kadar manasız?
Neden her şey saçma ve neden her şey tatsız?
Bir ben mi mutsuzum sanki neden bu bencil duygular bu kadar patavatsız?
Neden kendim? Neden bu işkence? Neden bu kadar hissiz?
Ve söyle neden? Elim neden ekmek kokuyor?
Açım!
Duygulara! Sanata! Dünyaya! Tatlı olan her şeye! Aşka! Sana! Bana! Geçmişte kalan bana! Terk eden hislerime!
Doğaya! Sevgiye! Başarıya! Okula! Yıllara! Fotoğraflara! Planlara! Hayallere! Çiçeklere! Güneşe! Ağaca! Artık tadını alamadığım her şeye açım!
Peki, neden ellerim ekmek kokuyor?
Sanki çuval taşıyan içi boş bir bedenim.
Sanki ecelim gelmiş, ama ruhum unutulmuş dünyada takılı kalan bir benim.
Ah ben ve beni terk edenlerim...
Bunların suçlusu onlar ve savaş tek benim ile kendi bedenimin...
Bedenim hiç bir şey hissetmiyor.
Duygularım hiç ses vermiyor.
Yemek ya da yememek bir şey ifade etmiyor.
Sanki su içince bile boşa akıyor.
Ne yapsam fayda etmiyor.
Boşlukta sallanan bedenim benim için dua etmiyor.
Peki neden? Elim ekmek kokuyor?
Çok açım! Hayata, müziğe, kitaba ve yazmaya! Arkadaşa! Eşe! Dosta! Akrabaya!
Sevene! Sevmeyene! Gerçeği benden daha iyi görene ya da görmeyene! Hislerime!
Çok açım insana, hayvana, meyveye, nefese, her şeye, beni bırakan her şeye, her hisse! Ama neden?
Elim neden ekmek kokuyor?
Madem içimde her şey bitti, madem bu hayat bitti, bu can gitti, yaşam bitti...
Hala söyle neden ekmek güzel kokuyor?
Şimdi anladım.
İnsanın uyanması için...
Ellerinin hareket etmesi gerekiyor.
Peki, öyleyse neden hala elim ekmek kokuyor?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JAPON GÜLÜ
رعب#theWattys2023 +18 korku öğesi barındırır. Bu kitap, yazar ve çevresinin gerçek rüyalarından esinlenilmiştir. Karakterimiz, iç dünyasının görsel savaşını verirken onu seyrediyoruz. Mantığını dünya aklıyla çözmeniz pek de mümkün olmayabilir. Ancak o...