Uzayın kara deliği gibi olan adama kendini ve de korkularını hissettirmek istemeyen Derya, nefesine engel olmak için elini ağzına kapattı ve karanlık sokakta bir kaç adım geriledi. Şimdi Ercan da yoktu. Şu tanımadığı lanet yerde tanıdığı kim vardı ki? O kırmızı çiçeklerden başka...
Derya, neden bir anda o kırmızı çiçekleri anımsadığını bilemedi. Bir an onu rahatlatmışlardı sanki ve bir anda aklından kayboldular; kırmızı çiçekleri kara delik yuttu. Kravatını düzelten adam, o sonu olmayan kapkaranlık gülümsemesiyle birlikte Derya'nın üzerine doğru gelirken, Derya sadece geri adım atabildi. Merak ediyordu, acaba her şeyin yapılabildiği bu evrende onun da bir takım güçleri var mıydı? Böyle anlarda olsa hiç de fena olmazdı hani...
Sonra aklından gözlerinin önüne tekrar kırmızı çiçekler geldi. O çiçeklerin arasından siyah bir yaprak belirdi ve dil gibi olup da Derya'nın boğazına uzandı, ancak Derya, onun bir yaprak değil de kendisini boğmak isteyen siyah bir yılan olduğunu fark edince de hemen kendisini geriye attı ve sanki bir jelin üstüne düştü, sallandı.
Sonra kafasını kaldırıp da baktığında o yılanın aslında dibinde biten o kara delikli adamın dili olduğunu gördü. Şimdi Derya'ya bakan aç gözleri de birer kara deliğe dönüşmüşlerdi ve onu yemek istediler. Derya da bu korkuyu iliklerine kadar hissetti. Tüyleri diken diken oldu. Adam normal dünyadaki serseri sapıklar gibi koku yayıyordu ve sanki Derya'ya yapışmak istiyordu. Derya ise henüz burada ne olduğunu çözmeden bilmediği bir kara deliğe yem olmak istemiyordu. O yüzden sokağın ortasında üzerine düştüğü o büyük, pembe jöleden kurtuldu. Ve o koşarken de ardından tüm sokak sanki o adam tarafından yutuldu.
Adam, ağzını kocaman açmış, tüm binaları ve hatta yolları içine alıyor, yutuyor, doymuyor ve doydukça da zayıflıyor, kızın ardından korkunç sesler çıkararak koşuyordu. Sesi, tıpkı aç bir canavarın ağzı ve kursağı doluyken kahkaha atması kadar tuhaf ve de iğrençti. Sanki boğuluyormuş, ama bundan da keyif alıyormuş gibiydi. Kim boğulurken mutlu olurdu ki? Japon Gülü'ndeki kara deliğe benzeyen, ama aynı zamanda takım elbise giyen korkunç bir yaratık mı?
Kız, tüm gücüyle koşarken "Ercan!" diye bağırdı. Ve sonra da sadece bağırdı. Sadece ardı ardına onun ismini söyleyebildi ve bu koca diyarda yalnız olduğunu bir kere daha anladı. Çünkü neyi bildiğini bilmediği bu evrende o güllerden başka güvenli hissettiği bir başkası yoktu, ancak şimdi o gülleri "Ercan." diye çağırıyordu. Tuhaftı değil mi?
Sonra kız tam yorulduğunda, tüm yollar adamın ağzına doğru kaydığı için önündeki yol da bir tepe, ondan sonra da bir uçuruma dönüştü ve kız kayıp düştü, bir kaydırak gibi adamın ağzına doğru uçarken de olabildiğince çığlık attı. Ancak adam, bu trajik sahnenin daha da çarpıcı olmasını istemiş olacak ki kızı o yılandan diliyle bacağından tutup da havada bir oyuncak gibi salladı ve ağzına atmak için lokmasını leblebi misali havaya savurdu. Sadece bir an olsun Derya, sanki tüm Japon Gülü'nü gördü. Sanki tüm dünya oyuncak bir fanusun içinde çalkalanıyordu ve Derya da neredeyse o gökyüzündeki cama çarpacaktı ve havada takla atarken de o camda sanki kendi siluetini görmüştü. Orada, çığlık atmaktan kızaran yüzünde dehşet verici bir ifade vardı. Sonra tam adamın ağzına düşecekken beyaz bir kakadu papağını onu bluzundan tutup da kolayca uçurdu, ilerde ne zaman belirdiği belli olmayan bir tepeye koydu.
Kız, ne olduğunu anlamak için kara deliğe dönüp de baktığında etrafının bembeyaz kuşlar, papağanlarla çevrilmiş olduğunu gördü. Öyle ki sanki papağanlar karanlığa engel olmak için adamın çevresinde dönen beyaz bir hortuma dönüşmüşlerdi. Şimdi adamın o iğrenç kahkahalarının, daha doğrusu boğulmalarının yerini kulakları çınlatacak kadar gür bir seste papağan ötüşleri doldurmuştu ki dayanamayan Derya da eğilerek kulaklarını kapattı. O vahşi kara deliğin sesini bile kafasında bu kadar gür hissetmemişti.
Ve beyaz da siyahı böylece yendi. Ve sanki sürekli aynı cümleyi tekrarlıyorlardı, kulağına gelse de Derya, o kelimenin ne olduğunu tam olarak anlayamadı. Ancak kelimeyi "Gaga!" ya benzetti. Sanki tüm papağanlar ardı ardına "Gaga!" diye bağırıyorlardı.
Derya, onlara daha dikkatli baktığında papağanların nereden geldiğini anladı ya da anlayamadı. Hoş, zaten şimdiye kadar buradaki neyi anlamıştı ki?
Siyah paltolu ve siyah bereli bir adam, paltosunu sonuna kadar açmış ve dışarıya papağanlar uçuşuyordu. Öyle ki adamın kendi bedeni gözükmüyordu bile ve yüzü de seçilmiyordu. Papağanlar ise sanki kafeslerinden özgürlüğüne kavuşmuş mahkûmlar gibi çılgınca uçuşuyorlar ve bu çılgınlıkta tıpkı o karadelik adamı gibi çılgın bir açlık seziliyordu. Karadelik ise diğer tüm her şey gibi o papağanları yuttu, yuttu, yuttu; yutmaktan bıkmadı. Ancak tuzağı da fark edemedi, çünkü yutarken aynı zamana kendisini de yuttuğunun farkında değildi. Pantolonundan, kravatından, paçalarından, ayakkabılarından, her bir parçasından onu tutan papağanlar, yutulurken beraberlerinde adamı da götürdüler ve adam da kendi bedenini bilinçsizce yuttu ve sonra da her şey yok oldu.
Derya, gücü geldiğinde ayağa kalkıp da beyaz tüylerle kaplanmış meydana doğru yavaşça ilerledi. Bir an için Japon Gülü'nde kar yağıyor sandı. Ancak kar gibi beyaz tüy yağıyordu. Bu manzaradan sağ çıkan karşısındaki paltolu adam ise siyah kıyafetlerindeki tüyleri çırptı ve şaşkınlıkla kendisine bakan Derya'nın yanına doğru yürüdü. Derya, hayatında bu kadar yakışıklı birini gördüğünü hatırlamıyordu. Karşısındaki bu melek yaratılışta adamı anlatabilmek için dünya kelamı yeterli değildi. Upuzun boylu, siyah ve gür dalgalı saçlı, boyu kadar uzun boyunlu, saçı kadar simsiyah kaşlı; beyaz tenli, iri kemikli, uzun gamzeli, kahve gözlü, iri ve al dudaklı ve sanki dünyadaki diğer tüm güzel erkekler onun yüzünde birleşmiş, fevkalade bir şekil almışlardı.
Adam, Derya'nın yakınına gelince, onun lal olmuş ifadesine tuhaf bir gülümsemeyle karşılık verdi ve sanki bir şey onu rahatsız ediyormuş gibi de kaşlarını çattı, ağzını kıpırdattı, sonra da ağzından uzunca beyaz bir tüy çıkardı, sonra kendi kadar güzel sesiyle mırıldandı. "Onlara her defasında arkalarını toplamalarını söylüyorum, çok dağınıklar..."
Onlar kim?
Hala hayretle onun seyrine dalmış olan Derya'ya bakan genç adam, tüyü ona uzattı. "Bu karmaşadan dolayı bağışlayın matmazel. Sonunda sizinle tanışma fırsatımız oldu." deyip bir ayağını kırdı ve Derya'nın önünde saygıyla eğildi.
Derya, ilk önce almakta tereddüt etse de sonra tüye elini uzattı, ancak o dokunur dokunmaz da Derya'yı korkutan bir sesle sanki torpil patlar gibi patladı ve etrafa pamuk yumakları saçıldı. Başını kaldıran adam da tekrar gülümsedi.
"Şaka yaptım! Belki sizi uyandırır diye..."
Evet, Derya fazlasıyla uyanmıştı ve hemen adama eziyet eden gözlerini yere indirdi, ancak tekrar irkildi. Hoştu, ama bu adam çok ses çıkartıyordu! Bu sefer de sanki birini çağırırcasına ıslık çalmıştı ve ilerden de yine Derya'nın kulak kirlerini temizleyen bir "Gaga!" sesi duyuldu ve yalnız bir kakadu uçup da adamın omuzuna kondu. Bakışları bilgece ve de dikkatli Derya'nın üzerindeydi. Sanki iliklerine kadar onu tanıyormuş gibi bakıyordu. Tıpkı o baykuş gibi... Derya, bu durumdan ötürü üşümüş hissetti ve iki eliyle de kollarını sıvazladı.
Yakışıklı adam da "Yeni arkadaşımızı selamla Gaga!" dedi. "Kurtardığın kişilerle sana teşekkür edebilmeleri için kibarca tanışman gerek."
Bunu duyan Derya, bir an rüyasından uyandı ve adamı da papağanı da sırayla selamladı. "Teşekkür ederim, teşekkür ederim..."
Ancak papağanın bir anda o tuhaf –sigara içen yaşlı adam- sesiyle beraber konuşması bu latif havayı bozdu. "Onu yiyelim." Sesi sanki her an öksürecek biri gibi patlak çıkıyordu.
Derya şok olsa da adam, keyifle gülümsedi. "Bir hanımefendiyi böyle selamlayamazsın Gaga, daha kibar olmayı öğrenmelisin."
"Onu öldürelim!" dedi bu sefer de ve adam, Derya'dan özür diledi. "Affedin matmazel. Onu ciddiye almayın, ne söylediğini bilmiyor. Tek konuşabildiği bu sadece... Sizi selamlıyormuş gibi sayın."
Ve onlar oturacak bir yer bulana dek de papağan öksürmesine devam etti. "Onu öldürelim! Onu öldürelim! Onu öldürelim!"
Bu Japon Gülü ne kadar da açtı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JAPON GÜLÜ
Terror#theWattys2023 +18 korku öğesi barındırır. Bu kitap, yazar ve çevresinin gerçek rüyalarından esinlenilmiştir. Karakterimiz, iç dünyasının görsel savaşını verirken onu seyrediyoruz. Mantığını dünya aklıyla çözmeniz pek de mümkün olmayabilir. Ancak o...