"Baba?" Yaşlı gözleriyle karşımda duran esmer adam, Ömer Yıldırım'dı. Benim manevi babamdı. Hayır, o benim babamdı. Gerçek babam Ömer Yıldırım'dı.
"Baba mı?" dedi gülümseyerek. Ona ilk kez baba demiştim.
"Baba..." dedim tekrardan. Karşımda durmuş hiçbir şey söylemeden gülümseyerek beni izliyordu. Başını yana eğdi ve bana gülümsedi. Bu bana yıllar önce onu son kez gördüğümde yaptığı haraketi hatırlattı.
"Kızım, canım kızım, bebeğim."
"Baba." dedi aynı benim gibi Gökay. Babam bakışlarını Gökay'a çevirdi. Gülümsedi.
"Benim çocuklarım." dedi ve yanımıza yaklaştı. Bana gülümsedi ama yanımdan geçip Gökay'a sarıldı. Namehrem olduğunu biliyordu.
"Sana kızıma sarılmış gibi sarılıyorum." dedi ve Gökay'a sımsıkı sarıldı.
"Baba... Sen hangi ara geldin? Gökay ne zaman geldi? Annem nerede?" diye sordum ard-arda.
"Anlatacağım, bebeğim. Birazdan burası kapanacak. Birlikte evimize gidelim. Orada konuşuruz." dedi ve babam Ali'ye döndü.
"Merhaba, delikanlı."
"Merhaba, Ömer amca." dedi Ali. Babamın elini öpüp alnına koydu. Babam Ali'nin bu haraketine gülümsedi.
"Teşekkürler, oğlum. Hadi gidelim." Babamın ardından bizde kafeden çıktık. Ben hala olayın şokunu atlatamamıştım. Ali'ye baktığım da aynı benim gibi şaşkın gözlerle babama bakıyordu. Babam... Benim manevi babam, oyun arkadaşım, dostum, benim ailem. Ömer Yıldırım bana sadece baba olmamıştı. Bana bir aile olmuştu. Bunun anlamı çok büyüktü. Kalbimde anlamı çok büyüktü.
Evime geldiğimde hemen kapının kilidini açarak kardeşimi, eşimi ve babamı salona davet ettim. Kapıyı kitledikten sonra bende salona geçtim. Onlar koltukta oturdukların da salonun kapısından onların bu görüntüsünü izledim. Babam, kardeşim ve eşim... Bu kareden daha güzel nasıl bir görüntü olabilirdi ki? Ailem buradaydı.
Hemen babamın oturduğu koltuğun karşısında olan tekli koltuğa oturdum.
"Seni dinliyorum, baba." dediğimde babam tekrardan gülümsedi. Kırklı yaşlarında olan, esmer, simsiyah saçları ve gece gibi karanlık gözleriyle bana gülümsedi babam. Gülümsediğinde yanaklarında kırışıklar oluştu.
"Sen sekiz yaşındayken, kardeşin dört yaşındayken sizi bırakıp gitmek zorunda kaldım. Çünkü orada artık annenin yara içinde olan vücudunu görmeye dayanamıyordum. İki tane işte çalışıyordum ama yetmiyordu. Para yetmiyordu. Bende biraz borç aldım, bir süre para biriktirdim. Sonra İtalya'ya gittim. Bir tek orada arkadaşım vardı. O yüzden oraya gittim. Bir süre orada arkadaşımla kaldıktan ve bazı işlemleri hallettikten sonra iş bulabildim. Maaşı iyiydi. Size her ay para gönderiyordum. İki yıl sonra elimde belirli bir para vardı ve kardeşini, seni yanıma almak istedim. Annen senin gelmene izin vermedi. Senin oradan ayrılmadığını söyledi. Bunu hep söylerdi. Buradan kopamaz derdi. Onu da gönderemem. Yanlız kalamam, hem Kenan ile mutlu dedi. Kardeşinin de öldüğünü söylemişti size. Kenan zaten umursamamış. Seninle güzelce vakit geçiriyormuş, beni hatırlamak istemiyormuşsun. Bunu duymak benim için ölümdü, bebeğim. Senin o adamla mutlu olman, benim yanıma gelmek istememeni düşünmek, ölümdü." Biraz sustu. Hiçbir şey söylemedi. Ardından devam etti.
"Sonra bir süre geçti. Ben sana yine mektup yazdım. O zaman şüphelenmiştim annenden. Bir arkadaşımı mahallenize göndermiştim. Sana beni sormasını istemiştim. Eğer gerçekten beni hatırlamak istemeseydin sana yemin ederim, bebeğim, kendimi öyle silerdim ki aklından hiç hatırlamazdın beni. Ama o arkadaşım bana senin beni çok özlediğini, beni görmek istediğini, ne zaman geleceğimi dediğini iletti. Ben bunu duyduğum an annenin beni ilk kez kandırdığını öğrendim." dediğinde sesindeki nefreti hissettim. Anneme karşı ilk defa bu kadar nefretle konuşuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasbelkader
SpiritualGenç kız ne anne sevgisi görmüştü, ne baba sevgisi. Sevgi kavramını bile bilmiyorken Allah'ı çok sevmişti. Din sevgisi kalbinde her geçen gün daha da kabarıyordu. Başka sevgi bilmezdi Meryem, ta ki zorluk çektiği zamanında onun yanında olan mümin bi...