Selam yıldız ışıklarım, nasılsınız bakalım?
Gününüz nasıl geçiyor? Bütün hafta bensiz neler yaptınız anlatın çabuk snxbsn
Bol bol yorum yapıp beni mutlu etmeyi unutmayın. Yorum sınırımız yine 80. Bölüm sonunda buluşalımm, keyifli okumalarr 🌟
🌠
Nauru'da gün doğumunu izlemek yıldızların yaratıldığı anı izlemek kadar büyüleyiciydi. Güneş okyanusun ve gökyüzünün birleştiği noktada ortaya çıkıyor, kızıla boyadığı gökyüzünde yükselirken okyanusa yansıması düşüyordu.
Ufuk çizgisinde güneş belirdiğinde belli belirsiz bir ışık kollarını iki yana, ufuk boyunca uzattı ve söndü. Bunun ne olduğunu bilmiyordum fakat Sualtı Krallığıyla bağlantısı olduğunu hissedebiliyordum.
Odanın içinde bulunan banyonun kapısı açıldı ve Ares nemli saçlarını kurulayarak çıktı. Pencerenin önünde durduğumu görünce kaşları havalandı. "Hazırlandın mı?"
Ondan önce duş almama müsaade etmiş, benim için getirilen kıyafetleri yatağın üzerine bırakmıştı. Ben duştayken o yatağı toparlamıştı. Üzerime tam oturan siyah bluzu düzeltip başımı salladığımda onun da giyinmiş olduğunu gördüm. Albert'ın bizim için gönderdiği kıyafetler gündelik parçalardan oluşuyordu. Üzerinde siyah bir tişört vardı ve pantolonu da bedenine uymuştu. Elindeki havluyu yatağa bırakıp yanıma yürüdü.
Kollarını belime sarıp beni kendine çektiğinde itirazda bulunmadan ona yaklaşıp başımı göğsüne yasladım. "İyi hissediyor musun?"
Uyandığımızdan beri bunu sayamadığım kez sormuştu ve ben her seferinde iyi olduğumu söylemiştim; yine de sormaya devam ediyordu. "İyiyim, bu sadece..."
"Sadece tuhaf mı?" Aklımdan geçenleri okumuş gibi cümlemi tamamladığında inleyerek alnımı omzuna vurdum. Aklımdan geçenleri okumuş gibi değildi, zaten okuyordu. Gece yaşadıklarımızdan sonra lanet olarak adlandırılan bu bağ kuvvetlenmişti ve tek bir kişiymişiz gibi düşüncelerimiz dahi birbirimize aktarılıyordu.
"Evet." diye itiraf ettim. Saklamam anlamsızdı, nasıl olsa zihnimden geçen her şeyi görüyordu. Beni asıl korkutup endişelendiren düşüncelerimi duyuyor olması değildi. Zamanda yaptığım yolculukları, öğrendiklerimi, yaşadıklarımı da görüyordu ve bunun zaman çizgisini bozup bozmadığından emin olamıyordum.
"Bunun olacağını sanmıyorum." Bir kez daha sesli dile getiremediğim düşüncelerime hitaben konuştuğunda kesik bir nefes aldım. Kafasını eğip elini çenemin altına koydu ve ona bakmamı sağladı. Anlayışlı bir ifadeyle parlıyordu gözleri. "Eğer bu kadar endişeleniyorsan Acetes'e danışabiliriz. Pişmanlık hissetmeni istemiyorum Aria. Böyle korkuyla bakıp gündüzlerimi geceye çevirme."
"Pişman değilim." Gözlerine baktığımda içten içe hissettiği endişe beni de sarıp yeniden o tuhaf bağın ağına düşürdü. "Haklısın, Acetes'e soracağım. Bir sorun çıkmayacak. Senin de zihnine güçlü bir büyü yaparak Alchera'dan tam anlamıyla koruyabilirim."
"Elbette koruyabilirsin." Yatıştırıcı bir sesle konuşurken elini at kuyruğu yaptığım saçıma götürüp usulca dolaştırdı. "Hazırsan çıkalım, toplantıya geç kalmak istemiyorum."
Pencereden sarayın bahçesinin görünen kısmına baktım, muhafızlar her zamankinden daha sık devriye geziyordu ve sarayın içi bile muhafız kaynıyordu. Kral Albert, Nauru'nun etrafına gözcüler yerleştirmekle kalmamış yakınlara az sayıdaki orduları hazır etmişti. Böylece saldırı olduğu takdirde savunmasız kalmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avery: Son Dördün
Fantasy-Avery serisinin üçüncü kitabıdır. Karanlığın karşısında diz çökme, henüz yıldızlar kaybolmadı.