Selamm, bölüm biraz gecikti ama uzun bir bölüm olduğu için telafi edeceğimi düşünüyorum. Bol bol yorum yapmayı unutmayın olur mu??
Keyifli okumalarr ✨
🌠
Ares Nobrent
Ölüm engellenemez derler. Ölümün kollarından zorla alınıp bu karanlık dünyaya bırakılmıştım. Bunu yaparken ise hayatta kalan son kan bağımın olduğu kişi kendini feda etmişti. Bu fedakârlık ne içindi?
Korku, hataların en büyüğüdür derler. Korkusuz olarak anlatılan annem, benden korktuğu için yapabileceği en büyük hatayı yaptı ve benim yüzümden ölüme zorla itildi. Bu hata ne içindi?
Kan bağı olmadan yeterince bağlanamazsın derler. Bağlanmaktan korkan ve terk edilen Henry, beni geri getirmek için bizi birbirimize bağlayan bir ayinin merkezine konulmuştu. Kendi kardeşinden çok bana bağlıydı. Oysa onların arasında kan bağı varken bizim aramızda yalnızca yılların dostluğu, ölümden döndüğümüz günlerin bağı vardı. Bu bağ ne içindi?
Bu savaşın ortasında bütün bağların koptuğunu ve sadece ölüm ile yaşamın arasındaki bağın baki kaldığını hissediyordum. Öyle olmasaydı ağrıyan kalbime boyun eğip bırakmaz mıydım savaşmayı? Bağlar, savaştan daha üstün gelseydi çökmez miydim dizlerimin üzerine? Öfkeye kucak açmaz mıydım? Ölüme yalvarmaz mıydım?
Bana bu savaşın her şeyden daha önemli olduğunu söylediklerinde inanmak istememiştim çünkü hiçbir şey aileden, arkadaşlardan ve aşktan önemli olamazdı. Savaşın ortasında bir başıma kalana kadar bunu kabullenememiştim. Herkes yalnızdı, herkes başka bir cephede hayatları için savaşıyordu ve herkes birer birer kaybediyordu.
Flair'ın bize defalarca siper olan bedeni parçalanırken ona siper olamamak tüm savaşların içinde en zoruydu. Ona binlerce hayat borcum vardı ama bir tanesi için dahi savaşamamıştım.
Aria'nın düşüncelerini duyamamak, duygularını hissedememek, varlığından uzaklaşmak bütün yaşamımı tehdit eden bir zorluktu. O geçmiş ve geleceğin süresiz oyununa dahil olurken seyirci kalmak beni öldürüyordu. Bunun son ölüşüm olabileceğini düşünmekse ruhumu tüketiyordu.
Çoktan bağımın koptuğu kişileri düşünerek bana ihtiyacı olanlara sırtımı döndüğümü fark etmem için dakikaların geçmesi gerekti ve itiraf etmesi zor olsa da bu dakikalarda defalarca öldüm, defalarca dirildim. Kana bulanmış topraktan doğrulurken gözlerim dumandan dolayı bulanık görüyordu. Burnumda leş gibi yanık et ve kan kokusu vardı. Kusmamak için yutkunurken yalpalayarak ayağa kalktım.
Odağını bulamayan gözlerim mahvolmuş dünyanın soluk renklerine dokundu. Ateş dünyayı kucaklamış, kara büyüyle birleşmişti. Gökyüzü dumandan görünmüyordu. Alevleri anımsatan turuncu-kırmızı tonlarındaki renk dumanların arasına sinmişti. Rivera kardeşlerin hiddeti yeryüzüne dağılmıştı adeta; kızıl cadının büyüsü ve altın ejderhanın alevleri bütünleşmişti.
Tenimde yabancı bir sızı vardı. Kolumu kaldırdığımda parçalanmış kolluğun üzerindeki is izlerini ve elimin üzerindeki çatlakları gördüm. Kara büyünün izi nefesimi kesti. Hissediyordum, neredeyse bütün vücuduma yayılmıştı. Siyah çizgiler şeklinde ilerleyen çatlaklar benim yeni ten rengimdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avery: Son Dördün
Fantasi-Avery serisinin üçüncü kitabıdır. Karanlığın karşısında diz çökme, henüz yıldızlar kaybolmadı.