Merhaba, nasılsınız? Haftanız nasıl geçti?
Yorum sınırımız yine aynı, 80. Satır aralarına bol bol yorum yapın olur mu? Bölüm sonunda buluşalım, keyifli okumalar ✨
🌠
Savaş, ateş kadar yakıcıyken insanın içinin buz tutması mümkün müdür? Kalbi yasın alevlerine kapılmış için için yanarken ruhunun donması ne kadar muhtemeldir?
Eğer tüm bu acıya rağmen ruhumun usulca buzlanmasını hissediyor olmasaydım bunun mümkün olmadığını düşünürdüm. Gözlerim bulunduğum alana kapalıydı, mekanların ötesini izliyordu. Bir cadının gözlerinden ölmüş topraklara göz atıyordu.
Alabildiğine uzanan kuru topraklar siyaha boyanmış, gökyüzünde kara kara bulutlar toplanmıştı. Güneş yeni doğuyordu ama oraya hiç ışık düşmüyordu. Larvlar sıkı bir çalışma içindeydi, Zifiri Kule yeniden kara topraklara hükmetmek adına onarılıyordu. Bu onarmak sayılmazdı aslında çünkü kule paramparça haldeydi, geriye yalnızca birkaç taş parçası ve havada süzülen kara büyünün yoğun enerjisi kalmıştı; Zifiri Kule sıfırdan inşa ediliyordu.
Savaşın galibi olacaklarına emin olan düşmanımız hükümdarlarının kulesini onun için hazırlıyordu. Karanlıklar Kraliçesi, tıpkı bir kraliçe gibi mağrur adımlarla yıkıntıların arasında yürüyordu. Etrafında dolaşan Larvlara küçümser bakışlar atıyor, kulenin inşa edileceği alanın yanında dikilmiş kara bulutları izleyen Alchera'ya doğru yürüyordu.
Onun zihnini serbest bırakıp gözlerimi açtım, fazla uzun süre duramıyordum çünkü Alchera, cadının zihninde izimize rastlarsa planımız ortaya çıkardı. Benim varlığımı hissedecek kadar yakınındayken cadının zihninde dolaşmamaya gayret ediyordum.
Nauru'da bize ayrılan odadaydık, Ares yanımda uyuyordu ve güneş odayı aydınlatmaya başlamıştı. Dün gece, sabah Nauru'nun merkezindeki bir kafede buluşacağımız konusunda Henry ile anlaşmıştık ve onun çoktan saraydan ayrıldığını biliyordum. Çok fazla uyuyamıyordu ve bunun suçu bana aitti. Ratelamon'a dönüşeceğimi öğrendiğinden beri zaten kısa süren uykuları tamamen sekteye uğramıştı.
Yalnız kalmaktan korkuyordu. Beni de kaybetmekten korkuyordu. Ve ben ona korkmaması için tek kelime edemiyordum çünkü bunun için bana bir şey olmayacağını söyleyebilmem gerekirdi. Böyle bir söz veremiyordum. Çünkü aksi halde ilk defa bir sözümü tutamamış olacaktım.
Sıkıntıyla iç çekip henüz iki saat önce uykuya dalabilen Ares'i izledim. Güçlükle uykuya dalıyor, uyuduğunda da geri uyanamıyordu. Sürekli bitkin düşüyordu ve bunun suçlusu da bendim. Beni kaybetmekten korka korka yanımda yatıyor, kaybolacakmışım gibi her an temas etmek için çabalıyordu. Sanki o uyanık olursa kaybolduğumda beni sımsıkı saracak ve kaybolmamı önleyecekti.
Bu daha önce işe yaramadı, senin kollarında kayboldum demek istiyordum ama bunu söylememe lüzum yoktu, o her an bunun acısıyla yaşıyordu. Güneş acısını yok etmeyi diler gibi yüz üstü yatan Ares'in sırtını okşadığında tenindeki yara izi ve sol kürek kemiğinin üzerinde yer alan dövmesi belirginleşti. Vücudunda en az benim kadar yara izi vardı ama en belirgin olanı sırtındaki izdi. Zehirli okun sırtında bıraktığı iz ruhundaki kadar yoğun görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Avery: Son Dördün
Fantasy-Avery serisinin üçüncü kitabıdır. Karanlığın karşısında diz çökme, henüz yıldızlar kaybolmadı.