16. Bölüm

424 67 130
                                    

Merhaba, nasılsınız yıldız ışıklarım? Haftanız nasıl geçti? Umarım benden çok daha güzel bir hafta geçirmişsinizdir.

Yorum sınırımız yine 80. Galiba hep aynı kalacak nsgxjs Sizi tutmadan bölüme yolluyorum, satır aralarına bol bol yorum yapın olur mu? Keyifli okumalarr ✨

🌠

Nauru sarayına döndüğümüzde bahçede koşuşturan, yeni haberleri taşıyan muhafızlardan sınırda hareketlilik sezildiğini öğrendik. Ne bir ordu yaklaşıyordu ne de Alchera. Yalnızca gönderdiği gözcüler Nauru'nun sınırlarını turluyordu. Avına yaklaşan akbabalar gibi tepemizde daireler çizerek bizi gözlemliyorlar, liderlerine haber uçuruyorlardı.

Drake eli sık sık göğsünü yoklar şekilde bahçede oturuyordu. Kesik ve hırıltılı nefesleri onun henüz tam anlamıyla iyileşmediğini anlatıyordu. Neil çoktan yanımızdan ayrılmıştı, tahminim onun arkadaşlarının yanına gittiği yönündeydi. Ares ile birlikte beyaz banklardan birine oturmuş, yavaş yavaş batmaya hazırlanan güneşin altında denizi izleyen Drake'e yaklaştığımızda kafasını çevirip bize baktı.

Konuşacakmış gibi dudakları aralandı fakat gözleri arkamızda bir noktaya değdiğinde ardına kadar açıldı, sesi çıkmadı. Yerinde doğrulurken onun bakışlarını takip ettim. Günbatımının dokunuşlarıyla ışıldayan uzun saçları ve kemerinden sarkan hançeriyle Zoe kararlı adımlarla yaklaşıyordu. At kuyruğu yaptığı saçı her adımında sağa sola sallanıyor, üzerindeki siyah savaş kıyafetlerine vuran güneş ışığı onu aydınlatıyordu.

Drake ayağa fırladı ve eli göğsünde öne doğru yalpaladı. Henüz dönüşümünden ona kalan acıyı atlatamamıştı ve anladığım kadarıyla Zoe'yi de en son o gün görmüştü. "Senin burada ne işin var? Yüce Acetes aşkına, her önüne geleni Nauru'ya alıyorlarsa düşmanımız da elini kolunu sallayarak girer."

"Drake Rivera, kapat çeneni." Zoe öfkeyle onun önünde durduğunda Ares beni geriye doğru çekti. İkimiz de şaşkın şaşkın onları izlerken Zoe öfkeden neredeyse ateş püskürtecek gibi bakıyordu. "Ne aramalarıma dönüyorsun ne de bir haber yolluyorsun. Beni bu şekilde oyalayıp merakta bırakma haddini nereden buluyorsun sen?"

Drake olduğu yerde büzülmüş şekilde bir an bize baktı yardım dilenircesine. Zoe'nin haklı olduğunu göstermek için omuz silktiğimde yutkundu. "Ben..." Bu kez de gözleri Ares'e döndü. Her daim arkasını kollayan arkadaşının bugün de onu kurtaracağını umuyordu ama umduğunu bulamadı; Ares ellerini havaya kaldırıp benim gibi omuz silkti. Pes ederek Zoe'ye döndü, gözlerinde suçluluk duygusu kol geziyordu. "Benim yüzümden yaşadıkların yetmez mi? Sana zarar vermekten korkuyorum. O gün benim için kendini feda etmeye hazır olduğunu gördüm. Bunu yapmanı istemiyorum."

Drake'in kendini suçlaması kalbimi kırdı ama onu anlıyordum. Aynı hisleri paylaşıyorduk. Birilerine zarar vermekten, sevdiği kişiyi kaybetmekten korkan yalnızca o değildi. Ares'in yanımda zorlukla aldığı nefesini duydum, Zoe'nin kırılan kalbinin acısını hissettim ve farkında olmadan hem kendime hem de Drake'e bir soru yönelttim. "Sen de aynısını onun için yapmaz mıydın?"

"Yapardım." Yapardı, ben de yapardım. Fedakârlık, söz konusu sevdiklerimiz olduğunda çok çabuk kabullendiğimiz bir gerçekti.

Zoe ona doğru bir adım yaklaşırken gözleri güneşin son ışıklarının altında gözyaşlarıyla parladı. "Neden?"

"Çünkü sen göğsümdeki sönmeyen ateşsin." Aralarında uçurumlar varmış da tek adımıyla bu mesafeyi kapatabilecekmiş gibi hevesle bir adım attı ona doğru. "Sönmesin, harlansın diye nefes almaya devam ettiğim ateşsin. Bir başkasının göğsünde yaşayamazsın, yakarsın çünkü benim göğsüm için yaratılmışsın."

Avery: Son DördünHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin