3. Bölüm

520 81 73
                                    

Merhaba, nasılsınız?

Bu hafta sonu sınava girenler umarım istedikleri gibi bir sonuçla karşılaşırlar. Ama öyle olmazsa da üzülmeyin, canınızı sıkmayın. Bazen çok üzüldüğümüz şeylerin aslında bizim için iyi olduğunu anlayamayabiliyoruz. Sınavınız kötü geçmiş de olsa hayatın devam ettiğini bilin. Hiçbir şey sizden daha değerli değil 💓

Bölüm sonunda buluşalım, keyifli okumalar!

🌠

Portaldan çıktığım anda nerede olduğumu biliyordum. Daha önce gitmemiştim Palau'ya, yalnızca resimlerde görmüştüm. Hayalimde canlandırmıştım. Buraya gelebilmek için Ares ile aramızdaki bağı kullanmayı denemiştim ve başarılı da olmuştum.

Palau'da, etrafın tamamen havayla kaplı olduğunu hissettiğim yerdeydim. Bastığım toprağın biraz ilerisinde gökyüzü uzanıyordu. Gözlerim görse onlarca adacığın açık gökyüzünde süzüldüğüne tanıklık edebilirdi.

Benim bulunduğum yer ise bir dağın tepesine bağlı olan geniş bir alandı. Birkaç kulübenin, kuleleri olan alçak bir binanın dağınık şekilde dağın tepesine yerleştirildiğini fısıldıyordu toprak. Çok aşağılarda, gözlerin göremeyeceği kadar aşağıda bir yerlerde denizin dalgalandığını hissediyordum. Bu da bana çok yukarıda, neredeyse nefes alamayacağımı düşündürten bir yükseklikte olduğumuzu kanıtlıyordu.

Yalnız değildim. Tanıdık bedenin duruşu, teninden yayılan ezberimdeki koku biraz ötemdeydi. Bana baktığını biliyordum. Bana nasıl baktığını göremiyordum ama hemen arkasında dikilen Nerissa'nın korkuyla iç çekişi durumu anlatıyordu. Nerissa'nın yanında duran Flair onun kolunu tuttu destek olmak istercesine. Hiçbiri tek kelime etmiyordu. Bana ne olduğunu merak ediyorlardı ama soramayacak kadar dehşete düşmüşlerdi.

Henry ve diğerlerinin nerede olduğunu merak ettim. Çünkü bu üçü dışında bulunduğumuz yerde bedenlerini hissettiğim yalnızca altı yabancı vardı. Tanıdığım başka kimse yoktu.

"Bunu sana kim yaptıysa Okyanus Ruhları'nın laneti üzerine olsun." Nerissa'nın derinden gelen, boğuk sesi öfke doluydu. Havanın ağırlaştığını hissettim. "Seni hiç bu kadar yaralı görmemiştim."

"Ben de ilk defa kendimi yaralıyken göremiyorum." diye kısık sesle söylendim. Alay eder gibi konuşsam da durumun gerçekçiliği karşısında titredim. "Biriniz beni kaldığınız yere götürecek mi? Gerçekten göremiyorum."

"Ne?" Flair şok içinde tekrar ederken onun etrafından yayılan enerjinin yoğunluğu öfkeyle sarıldığında daha da arttı. İstediğimi yerine getirmişti. Artık Lenue Cadıları'nın desteğini alıyordu. "Ne demek göremiyorum? Yüce Acetes aşkına, ne oldu sana böyle?"

Birinin koluma dokunduğunu hissedince irkildim. Ares elini aceleyle çekip acı dolu bir nefes verdi. "Her yerin yara içindeyken sana nasıl dokunabilirim?" diye fısıldarken sesi titredi. "Hâlâ nasıl ayakta durabiliyorsun?"

Elini kavrayıp sıktım ve beni ağır ağır yönlendirmesine izin verdim. Ona sıkıca sarılmak istiyordum ama yürüdükçe yaralarım kendini daha çok belli ediyordu; haklıydı, dokunduğunda daha çok acıyordu. Pişmanlıkla gözlerimi yumdum, bir fark yaratmadı. "Sen de acı çektin mi?" Korkuyla sordum, alacağım cevaptan deli gibi korkuyordum çünkü onun acı çekme düşüncesine katlanamıyordum. "Benim yüzümden acı çektin mi?"

"Bunun rüya olduğunu sanıyordum. Rüya olmasını umuyordum." Sesi yeniden titredi ve bunu yalnızca ben mi fark ettim yoksa arkamızdan sessizce gelen Nerissa ve Flair da duydu mu diye merak ettim. "Rüyaydı, hatta bir kâbus; çok canlıydı, seninle birlikte kendi tenimde de o acıyı hissettim. Sen çığlık attıkça yattığım yerdeki karanlık çoğaldı. Uyandığımda dahi bedenimde tuhaf bir sızı vardı, kendimi kastığım için olduğunu sandım. Senin gidişinin ardından hep kâbus gördüm ama bu farklıydı, acıyı kendim yaşıyormuş gibi hissettim."

Avery: Son DördünHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin