Bölüm 39

538 41 4
                                    

Bip...

Ben geldim. Üç saat içinde yazdığım bölümü heyecanla paylaşıyorum. İçime sinen bir bölüm oldu. Umarım sizde beğenirsiniz. Yorumlarınızı bekliyorum. Eksik etmeyin olur mu?

Klasik..

Ne diyoruz?

Keyifli ve bol yorumlu okumalar tatlişlerim...

"O eyleme ben de gitmeliydim. Ama ne söylediysem ikna edemedim. Hala tam olarak iyileşemediğimi söylediler. Binbaşıyı ele geçirdiklerinde orada olmuş olmayı çok istemiştim. O gün her şeyin başladığı gündü. Uyandıktan sonra aklımda hiçbir şey yokken her şey daha kolaydı. Söylediklerine inanmış, salaklar ordusunu nasıl bildiğimi bilmediğim bir şekilde eğitmeye başlamıştım. Binbaşı beni gördükten sonra söyledikleri, bir şeyleri sorgulamamı sağlamıştı. Parmaksızı çok sıkıştırdım. Kim olduğumu öğrenmek istedim. Birbirine tutarsız onlarca hikaye anlattı. O zamanlarda kötüydüm. Bir gün öncesinde neler yaptığımı, neler yaşadığımı unutuyordum. Her seferinde farklı bir hikaye anlattığını uzun bir zaman geçtikten sonra anladım. Artık bende salağa yatmak zorundaydım. Başıma saplanan o müthiş ağrıya sebep olan hiçbir şeyi yaşamak istemiyordum. " Asya defterden başını kaldırıp gözlerini kapattı. Her zaman olduğu gibi o hareler yine olduğu yerde duruyordu. Karanlığın içerisindeki tek aydınlığı o bakışlar olmuştu artık. Tekrar yazmaya başladı.

"Binbaşıyı getirdiklerinde ilk benimle karşılaştığı an verdiği tepkiyi bir türlü unutamıyorum."Asya" demişti herkesin kulaklarını inletircesine. "Yaşıyorsun Allah'ıma bin şükür yaşıyorsun." Ne dediğini anlamadığım için parmaksıza bakmıştım. Çünkü adımın Asya olduğunu bilmiyordum. Ben sadece Fırtınaydım. Yaslandığım duvardan uzaklaşıp karşısına geçtim. Ellerim göğsümde yüzüne baktım. Tanıdık bir şeyler aradım. Üzerinde toz toprak olan kamuflaj vardı. Bir de omuz ve göğsünde olan Türk bayrakları. Rütbelerin olduğu simgeleri inceledi. Ayaklarında olan postallar çamur içinceydi. Ele geçirilirken patlayan dudağının yanında kuruyan kan. Bir de çenesini sıktıkça yanaklarında oluşan gamzeleri. Her ayrıntısını o kadar zaman geçmesine rağmen hatırlıyor olmam da çok ilginç değil mi? Yüzüne iyice yaklaştığımda burnuma dolan sigaranın kokusunu içime çekme isteğini bastıramamıştım. Tanımadığım bir adamı, hem de beni öldürmek isteyen bir adamı neden bu kadar incelediğimi bilmiyordum. "Sen Teğmen Asya'sın. Özel Kuvvetler Askeri Teğmen Asya'sın." Demişti son sesi ile. Parmaksız biran da yanıma gelip Binbaşının yüzünün ortasına silahın kabzasını indirmişti. "Kes sesini" Diye bağırdığında ne yapıyorsun diye ona baktığımda beni görmemezlikten gelmişti. Binbaşı elimizde on dört gün kaldı. Her gün onu konuşturmak için ellerinden geleni yaptılar. Ben de birkaç yöntem söylemiştim. Hiçbir şekilde konuşmadığı gibi "Sen Özel Kuvvetler Askeri Teğmen Asya'sın" demekten asla vazgeçmedi. En son verdikleri yüksek voltaj elektrik onun susmasına sebep olmuştu. Tırnaklarını çektiler. Baş aşağı sallandırdılar. Yemek vermediler. Su vermediler. Uyumasına müsaade etmediler. Ve ben tüm bu olanların tam ortasındaydım. Sadece altıncı gecenin sonlarına doğru kulağıma gelen bir ses ile uyanmıştım. Sesin geldiği odaya gittim. Binbaşıyı tuttuğumuz odada yumruk seslerinin arasından yavaş yavaş kısılan sesle söylenen bir marş tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu.

"Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!

Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal." Son sözleri söyledikten sonra kendinden geçmişti. Adamlara durmaları için bağırdığımda başı arkaya düşmüştü. Hepiniz dışarı çıkın dedim. İkimiz baş başa kaldığımızda omzunda olan armalara dokundum. Türk Bayrağına geldiğimde ellerim titremişti. Yavaşça dokunduğumda içimden akıp giden bir sızı oluştu. Sebebini hala bilmiyorum. Aklımda olan onca yıllık boşluk dolmuyor. Türklerle her karşılaştığımda içimde olan o tuhaf his başımı daha çok ağrıtıyor. Ve bu his öfkeye dönüşüyor. Karşımda olan adamların titreyerek bana bakmalarından bile nefret ediyor yüzlerine bakılamayacak hale gelmelerini sağlıyordum. Hiçbir Türk'ü, askeri ben öldürmedim. Hiçbirine kurşun sıkmadım. Ama hepsinin sebebi benim. Ben emir veriyorum ve o salaklar benim söylediklerimi yapıyor. Unutmaya başlayalı bir yıl oldu. Hatırladığım sadece yaşadıklarım. Dağlardayım. Mağaralarda, çadırlarda yaşıyorum. Sürekli yer değiştiriyorum. Kamptan kampa dolaşıp o salakları eğitmeye devam ediyorum. Artık köylerden adam almalarına, erzak almalarına müsaade etmiyorum. Dış güçler dedikleri ama isimlerini asla bilmediğimiz kişilerden eksiklerimizi gidermelerini istiyoruz. Onlarda bize hepsini fazlasıyla veriyorlar. Artık ele geçirilen düşman unsurlar değişik yöntemlerle konuşturulmaya çalışılıyor. Eylemler daha kanlı, daha ölümcül. Çok fazla insan ölüyor. Akşam haberlerinde ağlayanları gördüğümde gülmem gerekirken, üzülüyorum. Sebebini bilmiyorum. Lanet olsun ki hala bana ne olduğunu bilmiyorum. Sence Binbaşı haklı olabilir mi? Ben bir Türk Subayı olabilir miyim? Adım Fırtına değil de Asya olabilir mi? Eğer bunlar doğruysa ne olacak? Olurda her şeyi hatırlarsam gidecek olduğum bir yuvam olacak mı? Bilmiyorum ve bu bilinmezlik beni deli ediyor."

GEÇİLMEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin