...
Klaus, savaşın ortasından çıktığı gibi tüm hızıyla kiliseye gelmişti. Ağabeyi, Amaris ve minik Mikaelson için.
Ama geç kalmıştı.İçeri girdiğinde gördüğü manzara, tam ortada kucağındaki kıza sarılmış şekilde sessizce ağlayan ağabeyinin ta kendisiydi. Klaus, yüzündeki şaşkınlığı, acıyı ve pişmanlığı gizleyemedi.
Yetişememişti.
Etrafta ne cadılar ne de bebek vardı. Anlaşılan Amaris'i öldürüp gitmişlerdi. Sarışın Adamın aklına dank etti.
Gittikleri yer kesinlikle o boktan atalarına en yakın olacakları yerdi.Mezarlık.
Dişlerini sıktı. Ağabeyine adımlamakta kararsız kalmıştı. Konuşamıyordu bile. Öylece karşılarında dikiliyordu ne yapacağını bilemeden. Elijah da hiç yardımcı olmuyordu sonsuz sessizliği ile. En sonunda boğazını temizledi Klaus.
"Ağabey..."
Adama pişmanlıkla baktı. Boynundaki kurt ısırığını gördü. Bileğini uzattı ısırarak.
"Isırılmışsın..."
İkisinin de tartışacak hali bile yoktu. Ama yine de Elijah, içmeyi reddetti.
"İstemiyorum." dedi.
Hüzünle, kucağındaki kadına baktı. Saçlarını okşadı.
"O bu haldeyken... acı çeksem ne olur, kanını içsem ne olur? Madem ölemiyorum, en azından bu sonsuz ızdırap çukurunda bırak da sonuna kadar acı içinde kıvranayım. Beceriksiz bir aptal olduğum için."
Klaus, atıldı. Ağabeyini omuzlarından tutarak sarstı.
"Kendine gel,Elijah! Bu dediklerini yapınca o gelmeyecek!"
Kendisine bağıran kardeşinin ellerini hırsla itti adam. Gözlerindeki ateşle ona baktı.
"Bütün bunlar senin yüzünden,senin savaş isteğin ve nefretin yüzünden olurken nasıl böyle konuşursun!! Sakın bir daha..."
Kadını gösterdi.
"Onun hakkında konuşma!"
"Konuşmasak bile gerçek saklanamaz ağabey."
Klaus,bağırmayı kesmişti. Sakince konuşuyordu ikna etmek adına.
"Her geçen saniye, bizim zararımıza. Çocuğun..."
Altını bilerek çizmişti. Bu sözcükle, ağabeyinin de gözleri yavaş yavaş açılıyordu şok veya başka bir hisle...
"...o yaşarken ve kurtarmak için şansımız varken neden hala buradayız ağabey?"
Kendisine bakan,kardeşine baktı Elijah. Onun mavilerine baktı, kendisine umut ve güvenle bakan gözlere baktı.
"Amaris'in yüzünü kara çıkaramazsın. Değil mi?"
Bu soru zihninde yankılandı. Hayır...
Tabikide bırakamazdı. Onu bir kere yapmıştı, bir daha asla yapmazdı.Yapamazdı.
Dişlerini sıktı. Kararlı gözlerini aniden kardeşine dikti.
Bunu yapacaklardı.
Kucağındaki kadını her ne kadar bırakmak istemese de, onunla burada ölmeye razı olsada yavaşça kalktı. Kucağında onu taşıyordu.
Kadının kana bulanmış kahve saçları ve o esmere yakın güzel yüzü aydınlanırken onu doğum yaptığı o kilisenin en ortasında kalan masaya yatırdı.Son kez ona baktı, son kez saçlarını okşadı. Alnına bir öpücük kondurdu. Fısıldadı.
"Oğlumuzu kurtaracağım, sevgilim. Sakın üzülme."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELIZABETH : House Of Mikaelson
FanfictionGeçici zevkler,hevesler,kalp kırıkları yarım kalan aşklar,körelmiş duygular... Kökenlerin Mystic Falls'a gelişiyle herkesin hayatı altüst olmuştu. Stefan,Elena,Damon,Bonnie,Caroline... Hepsi Klaus'un başlarına gelebilecek en kötü şey olduğunu düşünü...