BUĞRA:
"Ben.." deyip sustum. Ne diyebilirdim ki? "Şey, sadece evime gidiyordum."
Aynen kanka buradan yaklaşık beş durak ilerideki evine giderken bu yolu kullanıyorsun. Baya formundasın bugün.
"Eviniz bu mahallede miydi? Sizi daha önce hiç görmemiştim. Yani sabahtan beri arkamdasınız da ben o yüzden şaşırdım. Ne bileyim-"
"Hı hıı. Ben de şaşırdım. Yani şey.. yeni oldu ya. Yeni taşındık sayılır. Hatta taşınmadık sayılır. E-evi tuttuk. Aynen aynen evi tuttuk da daha taşınmadık. O yüzden bilmemeniz çok doğal," deyip gülümsedim.
Tek ayak üzerinde kırk matematiğiyle ufak bir hesap yaparsak, çift ayak üzerinde seksen yalan söylemiştim. Ayrıca bir saniye, kekelemiş miydim ben?
"Anladım," dedi ve yüzüme bakmadan arkasını döndü. Ve ben. Pes ettim mi? Tabii ki etmedim. Benim adım Buğra Gencer'di. Başladığım işi bitirirdim.
Artık fark ettirmeden takip etmem gerekiyordu. Ufacık mahallede herkes birbirini tanıyordu tabi ki. Neyse duralım bakalım. Ufaklık evine girsin. Ona göre bir ev bulurum. Vazgeçmem. Aşık oldum bir kere. Aşık mı oldum bir kere? Höst ulan, ne aşkı? Daha aşkın ne olduğunu bilmiyorum. Tabi bilmeyeceğim, hayatımda hiç aşık olmamışım ki ben.
Yo bal gibi de oldum. Bu sabah hatta.
Şu halime bakın, bir saat öncesine kadar varlığından bile haberimin olmadığı kıza aşık olduğumu iddia ediyordum. Kafamın içi kadın günü gibiydi. Laf lafı açıyordu. Ulan kıza bak! Ne hallere düşürdü beni ufacık boyuyla. Bindik bir alamete.. umarım kıyamete gitmiyoruzdur.
EZRA :
Utançtan bayılmadan eve vardığım için kendimi alkışlamak istiyordum. Hem de ayakta. Günün salaklık ödülüne de adaylığımı koydum. Hak ettiğimi düşündüğüm bir ödül, desteklerinizi esirgemeyin.
Hayır yani, niye konuşuyorum ki ben elin kıvırcığıyla? Arkamda diye beni takip mi edecek illa ki? Koskoca İstanbul. Adam evine gelmiş. Bana birazcık sabır ver Allah'ım.
Çamaşır makinesiyle uğraşmak istemediğim için aldığım şalı elimde yıkadım. Asmak için odama girdim ve odamdan balkona geçtim. Şalı çırpıp asmak için ipe serdim. Maşayı almak için sağa uzanmıştım ki gördüğüm şey kafamı karıştırdı: Kıvırcık kafa. Ressam çocuk. Aman, her neyse işte. Nereye bakarsam bunu görüyordum bugün.
Hemen gözümü kaçırdım ama bir saniye de olsa bakınca ne yaptığını anlamıştım. Bizim eve bakıyordu. Bir yandan da telefonla konuşuyordu. Telefonla konuşurken kalın, ama tam tanımlayamadığım sesini duyabiliyordum.
"Ya bi' dinle."
"Abi!"
"Off, tamam geliyorum."
Konuşmanın sonuna denk gelmiştim. Bunun da abisine dua etmek gerek. Yazık. Neler yapıyordur bu abisine kim bilir? Aman ben de sanki, daha ne kadar tanıyorsam? Tahmindi işte. Ne tahmini, resmen günahını aldım tanımadığım birinin. Hem de aynı günde ikinci kez. Estağfurullah El-Azim.
Telefonu kapatıp cebine koydu. Elini yumruk yaptı ve kafasını kaldırdı. Beni gördü. Abo!
BUĞRA :
Telefonu çıkardım ve abimi aradım. İlk çalışta açtı.
"Ne var lan?" diye bağırdı öküz. Karizmatik falan demiştim ya, unutun hepsini.
"Abi bu ne biçim telefonu açma şekli?"
"Sana mı soracağım? Sen ağabeyinin yüzüne telefon kapatmayı biliyorsun. Neymiş efendim öz östöndöymöş. Bak sen." Allah öğrencilerine sabır versin, daha da bir şey demiyorum.
