BUĞRA:
"Sorun değil. Burada kalacağım. Kendimi anneme göstermem, herhangi bir şekilde sana beni sorarsa yanımda dersin. Geldiğin için teşekkürler."
Arkasını dönüp merdivenlere doğru yürüdüğünde ufaktan şaşırmıştım. Ben gelmek için ısrar edeceğini düşünüyordum. Her neyse, bu işime gelirdi.
Asansöre doğru ilerledim ve zaten bu katta olan asansörün içine girip zemin kat düğmesine bastım. Kapılar tam kapanacakken koşarak buraya doğru gelen kızı gördüğümde asansörün kapılarının arasına elimi koydum. Kız soluklanıp içeriye bir adım attı ve "Teşekkürler." dedi. Baktım ve kafamı aşağı doğru salladım.
Yanıma geçip kapıya döndü ve elini sırt çantasının kollarına koydu. Ben de elimi cebime atıp telefonumu çıkardım ve Criminal Case oyununu açıp şu bitmek bilmeyen vakayı oynamaya başladım.
"Buğra Hocam!" Yanımdaki kız bağırınca bir anda irkildim ve dengemi kaybettim. Yere düşen telefonuma acıyarak bakarken içimde birnevi evlat acısı sızısı kol geziyordu. Korkarak yere eğilip elime aldım. Herhangi bir yerinde bir çatlak vs. olmadığını görünce derin bir oh çekip telefonu kilitledim ve cebime attım. Evet şimdi konumuza dönelim.
Yanımdaki kıza yüzümü döndürüp baktığımda şaşkın görünüyordu. Kızı tanımaya çalıştım. Gözüm bir yerden ısırıyordu ama..
"Hocam, şimdi fark ettim siz olduğunuzu, nasılsınız?" deyip sarılınca kendi içimden bir 'Voah' dedim. Bu ne be? Bugün Dünya Sarılma Günü falan mıydı? Bu biraz...saçmaydı da.
Beş saniye sonra kızı tam itecekken kendisi geri çekildi. Tanımak için şu anda çalıştırdığım kafamı, bir nesneyi gözlerimle hareket ettirmek için uğraşsaydım kesinlikle şu an olduğumdan daha başarılı olurdum.
"Melis ben. Hatırlamamanız çok doğal tabii. Sizinle görüşmeyeli bayağı oldu. Ben de kilo verince..."
"Anaaa! Melis? Yok artık ya! O kadar kilo nereye gitmiş? Çok şaşırdım bak şu an cidden. Tebrik ederim." Eski kilosunda olsaydı şu an bu asansörde yan yana duramazdık, öyle bir kilosu vardı. Bu kadar zayıfladıktan sonra ölmesi falan gerekmez miydi?
"Sağolun hocam." deyip sırıttı. "Nasılsınız görüşmeyeli?" dediğinde asansörün kapıları açılmıştı. Çıkarken sorusunu cevapladım.
"İyi yuvarlanıp gidiyoruz. Sen nasılsın, ne işin var hastanede?"
"Diyetisyende randevum vardı, kontrol amaçlı gelmiştim. Siz?"
"Bir arkadaşın babası kaza geçirmiş, onun için geldim ben de." Eeeevet konu kalmadı. Düşünelim bakalım.
"Çok geçmiş olsun. Ben şeyi sorayım ya hazır sizi bulmuşken... Kurs ne zaman başlayacak? Yani bildiğiniz, telefon elimde sizin kurs tarihini yazdığınız bir mesaj atmanızı bekliyorum." Evet bu tür iltifatlar egomu uçuruyor ama, tabii ki dışa yansıtmıyorum.
"Kurs ne zaman başlayacak..Şimdi kesin bir tarih veremiyorum. Yeni eve taşındım, atölye kesin tozlanmıştır. Önce eve tam yerleşeyim, atölye işine o zaman girişirim. Hepinizin numarası var zaten. Malzemeler geçen senekiyle aynı. Bir aksilik olmazsa bir-iki aya açarız kursu. Dert etme."
Gerçekten bu dediklerime sevindiği yüzünden okunuyordu. Ben de birnevi öğretmen gibi hissediyordum onlarla ders yaparken. Hepsi resme ilgisi olmasına rağmen, başka alanlara yoğunlaşan gençlerdi. Ben onlara üç ila iki senedir yaz mevsimlerinde resim dersi veriyordum. Ufak bir atölyem vardı ve kendimi en iyi ifade edebildiğim yer orası olabilirdi.
