Medya: Ezra Sağlam
BUĞRA
"Ulan o kadar konuşmuşsun, ucu kalmış bir tek! Her şeyi söylemişsin zaten. Bir seni seviyorum desen işler bu kadar karmaşık olmayacak. Niye geri duruyorsun ki ya?"
"Ya bak yemin ediyorum sana küfretmemek için kendimi zor tutuyorum Murat. Bu ne lan, sabahtan beri beynimin etini yedin! Dır dır dır! Ne çene varmış lan sende, karı gibi!"
Sinirimi kusup telefonu suratına kapattım. Onu ilk gördüğüm yerde de kafasına kusacaktım. Sabırla bekliyordum.
Uzun zaman sonra, tek başıma evimde duruyordum. Telefonu kapatıp yanıma koydum ve oturduğum koltukta iyice yayılıp ayağımı sehpaya koydum.
Başım ağrıyordu. Çevremdeki herkesin hakkımda düşünceleri vardı. Herkes beni tanıdığını, içimi bildiğini sanıyorlardı ama yanılıyorlardı. Seni seviyorum, desem de bir şey değişmeyecekti. Ben düşünmemiştim sanki bunu! Bir iş yapmadan önce kırk kere düşünüp öyle kalkışırdım o işi yapmaya ben. Bu sorguları niyeydi?
Bir düşünceden diğerine karınca tintirikliğiyle atlarken, telefonum zırlamaya başladı. Gizem arıyordu. Allah'ım!
Anında gelen sinirden gözüm seğirmeye başlamıştı bile. Elim titrerken yanımdaki yastığı kafama bastırıp böğürdüm. Bu kızın dur tuşu olma ihtimali yüzde kaçtı? Yani eğer ihtimal 1/2 yi geçiyorsa o tuşu ne yapar eder bulurdum da!
Derin derin nefesler aldım. Burnumdan. Evet nefes burundan alınır. Ya ben neyi sorguluyorum?
"Söyle." diye açtım telefonu. Birkaç saniye ses gelmedi. Ben konuştum.
"Bak Gizem, şu an cidden seninle uğraşamam. Bir şey diyeceksen-"
"Babam.." deyip sustu. Merakla odaklandım telefona. Kötü bir şey olmamış olsun, lütfen. Bir de onun derdini yüklenmek istemiyorum!
"O, ö..öldü." deyip ağlamaya başladı.
Kafamı koltuğun sırtına doğru atıp gözlerimu kapadım ve sıkıntıyla yüzümü buruşturdum. Öylece kalakalmıştım. Şu durumda ne yapılır, ne söylenir herhangi bir fikrim yoktu. Telefonun ucunda o kadar çok ağlıyordu ki büyük ihtimalle sesi kısılacaktı.
"Bak ben...senden çok şey istiyorum, senin çok üzerine geldiğimi biliyorum ama.." Hıçkırığa benzer bir şekilde iç çekiyordu. Devam etti.
"Sana o kadar çok ihtiyacım var ki Buğra. Başkası yok. Rehberin hepsini gezdim yemin ederim. Ama arayacak birini bile bulamadım. Lütfen gel. Yalvarı-"
"Tamam, Gizem. Tamam. Yalvarma. Neredesin, söyle?"
Babasını kaybetmişti. Bu büyük, çok büyük bir şeydi. Şu kelimelerle anlatılamayacak kadar büyüktü hem de. Bu yüzden, karşımdaki azılı düşmanım dahi olsa, kendimi onu teselli etmekle sorumlu hissederdim.
Derin nefes alıp tekrar verdim. Anlaşılan, kendi halimde efkarlanamayacaktım. İlla önüme başka olaylar çıkıyordu. Kendi derdim üzerinde yoğunlaşamıyordum ya da kendi halimde, yalnız başıma duramıyordum.
"Bizim evin oradaki sahile gelebilir misin?" diye sordu cılız ve güçsüz sesiyle.
"On, bilemedin yirmi dakikaya oradayım." deyip telefonu kapattım.
Rehberden taksinin numarasını ararken bir yandan da düşünüyordum.
Kendimi kötü hissediyordum. Ne zaman Gizem'le ilgili olaylar olsa, aklıma sürekli ama sürekli Ezra geliyordu. Sanki ona ihanet ediyormuş gibi hissediyordum. Empatiden ciğerim solmuştu. Hep Ezra'nın başka birileriyle iletişimde olması halini düşünüyordum ve aynısını Ezra'ya uyarlıyordum. Tek fark, o beni sevmiyordu.