SELİN:
"Hocam çıkabilir miyim?"
"Daha yeni girdik derse kızım, nereye çıkıyorsun?"
"Hocam bir işim vardı da."
"İyi git."
Nefesimi dışarı verdim ve Ezra'nın arkamdan attığı endişeli bakışlara aldırış etmeden sınıftan çıktım.
İsminin baş harfini duyduğumda bile gözümün seğirmesini sağlayan çocuk, ziyaret amacıyla okula gelmişti. Yüzsüzlüğün böylesi!
Emre, geçen sene Ezra'ya çıkma teklifi etmişti. Ezra sonuna kadar sevgililik olayına karşı olduğu için, bir arkadaşımız aracılığıyla kesin bir dille reddetmişti. Oysa Emre'yi ne kadar sevdiğini ben biliyordum. Emre yılmamıştı. Sürekli mektuplar yazıyordu, şiirler... Ezra her seferinde nefsine söz geçirerek tepkisiz kalabiliyordu. Bu hayran olduğum özelliklerinden biriydi.
Emre sonunda Ezra'nın ona bu şekilde karşılık vermeyeceğini anlayınca, üniversite biter bitmez evlenmek istediğini vs. söylemişti. Ah, 17 yaşındaki bir ergenin evlilik teklifine kim inanırdı ki? Tabii bizim gibi asalaklardan başka.
Bir gün, Ezra bizim eve gelirken Emre'yi görmüş. Bir kızın saçıyla oynadığını, sırıtarak kulağına eğildiğini ve sonra kızın kahkasını... Evlilik sözünden sonra bile ondan uzak durmuştu Ezra. Kendini korumuştu. Kendini hep geride tutmuştu ve bu gördüğü muamele beni çıldırtıyordu! Hak etmediği şeyleri dünyanın en iğrenç insanının ona yaşatması ona verdiği acının yarısını bana da yansıtıyordu.
Emre, kızdan gözlerini bir an çektiğinde Ezra'yı görmüş ve şaşırmış. Onunla konuşmak için yürümüş ve Ezra acıdan kımıldayamış bile. Emre konuşmaya başladığı an, kendine gelmiş ve arkasını dönüp koşmaya başlamış. Soluğu bizim evde almıştı. Ben kapıyı açar açmaz boynuma atlayıp dakikalarca ağlamıştı. Ben de biraz üzerine giderek bu olayları ona anlattırmıştım. Emre'ye olan kinimi atmam gerektiğini düşünüyordum. Diğer gün okula ona yumruk atmak amaçlı gitmiştim. O gün okulda değildi. Sinirimin bir gün içinde yatışması gerekirken, diğer güne depo ettiğim için mislice artmıştı. Fakat diğer gün gittiğimizde yine yoktu. Sonradan öğrenmiştik ki, okuldan kaydını aldırmış. Bir hafta sonra ise Ankara'ya gidiş...
Bu kadar basitti işte. Bir kızın, Ezra gibi saf ve temiz bir kızın hayallerini yıkmak, zaten dinmeyen gözyaşlarının üzerine acılar eklemek, onun ruhunu yara bere içinde bırakmak, kalbini acıtmak... Bu kadar basitti. Ve şimdi ufak dikişlerle kalp kırıklarını, yara bantlarıyla yaralarını gizlemişken aynı yerleri tekrardan kırmak ve kanatmak onun gibi biri için yalnızca bir heves olmalıydı.
Girdiği delikten çıkmasın istiyordum. Ezra'nın bilinçaltında adı unutulsun istiyordum! Benim dostuma, ne dostu; kardeşime acı veren o iğrenç varlık nefes dahi almasın istiyordum ama birinin nefesini kesmek haddimize değildi. Fakat iki saniyeliğine yapabilmek bunu, ihtiyaç duyulan bir şeydi.
Şimdi bu amaçla gidiyordum. Derste olmak gibi bir durumu yoktu. Onu yularından tutup sürükleye sürükleye misafir olduğu sınıftan çıkarmak gibi düşüncelerim olmasına rağmen, uslu kız imajımı zedeleyemezdim. Hangi sınıfa girdiği belliydi. Eski sınıfının kapısının önünde durdum ve kapıyı tıklattım. İki saniye geçti veya geçmedi, kapıyı açıp kafamı içeri uzattım.
"Hocam Emre Şekerci' yi alabilir miyim?" dediğimde hoca, misafir olduğu için izin vermişti. Hocayı tanıyordum. Normal zamanda ve normal bir öğrenci olsaydı izin vermezdi. Emre gözlerini kısarak bana doğru gelirken bir adım geri çıktım ve kapının yaklaşık bir metre ilerisinde durdum. Allah'ım muhattap olmamam gerekiyor, biliyorum ama birinin ona haddini bildirmesi gerek.