BUĞRA
Müstakbel karım elinde kahve tepsisiyle salonun kapısından girdi. Üstünde koyu yeşil, omzundan aşağı dümdüz inen, bol, sade bir elbise, başında da siyah bir başörtüsü vardı. Gözleri elindeki tepside taşıdığı kahvelerdeydi. Başını kaldırmadan buraya doğru geliyordu. Onun da heyecanlı olduğunu, belirli bir ritimle titrettiği kahve tepsisinden anlamıştım.
Babannesinin önüne gelip dizlerini hafifçe kırdı ve tepsiyi ileri doğru uzattı. Babannesi Atiye Teyze, tepsideki kahve fincanlarından birini alıp Ezra'ya baktı ve göz kırptı. Ezra da gülümseyince gözlerini fincana indirip bir yudum aldı. Sonra Hasan Amca, kızına gülümseyerek kahve fincanlarından birini aldı. Ezra ardından tepsiyi ağabeyime tuttu. Ağabeyim de hafif tebessüm ederek fincanını aldı. Ardından Ayşe Teyze, Selim Ağabey, Murat ve Esen Yengem de kahvelerini alınca, sıra bana gelmişti.
Heyecandan organlarıma kadar titriyordum. Kendimi ne kadar kassam da titremem durmuyordu. Derin derin nefesler alıp veriyordum sessizce, ama bu da işe yaramıyordu. Ezra tepside kalan son fincanı önüme tuttuğunda, her ne kadar istesem de kafamı kaldırıp yüzüne bakmadım. Zaten baksam bile kendisinin bana bakmayacağını biliyordum. Besmele çekip tepsideki fincanı aldığımda Ezra'nın ellerinin gerçekten titrediği daha anlaşılır hale gelmişti. Hiç vakit kaybetmeden salon kapısından çıktığına gülümsüyordum.
Ama aklıma düşen şeyle gülümsemem düştü.
Bu kahvenin tuzlu olma ihtimali neydi?
EZRA
"Ya ben gidip geri alacağım kahveyi. Resmen zehirlenecek... Hiiih! Ya ölürse?"
Kendimi kasmaktan beynim uyuşurken derin nefesler alıp verdim.
Gerçekten, ölmezdi değil mi?
"Ya ne ölmesi kızım, manyadın iyice ha. Erken evlilik kafa yaptı sanırım."
Dudaklarımı büzdüm.
"Hatırlatıp durmasana Selin. Babama kahveyi verirken ağlayacaktım neredeyse. Ya nasıl beni verir şu genç yaşımda, aklım almıyor! On dokuz yaşındayım ben, on dokuz!"
Elif kahkaha atınca kafamı çevirip yüzüne baktım. Onunla çok iyi anlaşmıştık. Sanki kırk yıllık kankim gibi hissediyordum.
Selin'le birbirlerine bakıp kahkaha atmaya devam ederlerken, Elif kahkahasının sesini kısıp konuşmaya başladı.
"Gören de zorla evlendiriliyorsun sanır. Hani ortam olsa, kalkıp mutluluktan göbek atacaksın. Görmüyoruz sanma."
Selin onu desteklercesine kafasını aşağı yukarı salladığında sinirle kollarımı göğsümde birleştirdim.
"Bana bakın! Siz ikiniz! Eğer Müstakbel Kojama o kahve yüzünden bir şey olursa, sizi hastanelik ederim! Tüm suç sizin, ona göre. Ulan damat kahvesine meyve suyu tozu koymak nedir?! Zorla da götürttünüz zaten."
Sondan ikinci cümlemle kahkahalarını salan ikiliye her ne kadar sinirli bakışlarımı yollasam da, içten içe ben de gülüyordum. Ama Buğra'nın midesi için üzülen tarafım daha da ağır basıyordu.
Selin gözünden akan yaşları parmaklarının ucuyla sildikten sonra kahkahasını yavaşlattı ve kendini savunmaya geçti.
"Kızım o kadar karabiber koyduk, tuz koyduk, yaprak biber koyduk, efendime söyleyeyim limon sıktık bir de limon tuzu koyduk, sonra-"
"Kuru nane bile koydun insafsız!"
"Hah, ondan da koyduk. Sonra dedik bak bunların hepsi tuz, ekşi ağırlıklı... bari şekeri bol bir şey koyalım da dengelensin," demesine, lafını bitirmesine kalmadan kahkahayı bastı. Elif artık dayanamayıp sandalyeye oturmuştu, oradan eşlik ediyordu Selin'e.
![](https://img.wattpad.com/cover/42099368-288-k396241.jpg)