-36-

7K 592 66
                                    

BUĞRA

Sevinçten kahkaha atmak istiyordum ama öyle bir durumdu ki, içime gülüyordum. Böyle organlarıma doğru, konser veriyormuş gibi: Mahmut Tuncer konseri.

Kalabalığın içinde homur homur sesler yükselmeye başlamıştı. Ne dediklerini anlamaya çalışırken, arada Hasan Amca'ya hitaben kurulan cümleler kulağıma geliyordu.

"Ooo, Ezra kızımız evleniyor mu?" Bunu diyen amcamızın yanına gidip 'Tabi ulan, buldu benim gibi damadı, kaçırır mı?' deyip Hayat Bilgisi'ndeki Mennan gibi sırıtmak istiyordum. Ama hem klasım sarsılmasın diye hem de şu genç yaşımda baldırımda tüfek kurşunuyla gezmek istemediğimden, isteğimi def ettim.

"Hayırlı olsun Hasan." Evet, bence de hayırlı olsun. Ama biraz çabuk olsun. Hem ne demiş Peygamber Efendimiz: Hayır işlerini ertelemeyiniz. Bizim o yüzden hemen evlenmemiz lazım değil mi dayı?

"Bayağı da dik duruşlu bir delikanlı, maşaAllah."

Eheheh efendim o nasıl söz, teveccüğünüz, o sizin dik duruşluluğunuz, o sizin deliliğiniz kanlılığınız, o sizin maşaAllah'ınız, o sizin-

Daha devam ederdim ama düşüncelerimi o mübarek gürlükteki sesiyle Hasan Amca böldü.

"Allah razı olsun. Onu buraya sizle tanıştırmaya getirmiştim, bir test edin bakalım bundan damat olur mu, olmaz mı?"

Adamlar bana bakıp "haağoaooğohaağğ" nidalarıyla gülerlerken, ben kızarmış yüzüme aldırmadan gülmelerine karşılık vermeye çalışmıştım. Testlerden hep nefret etmişimdir.

Hamdi Ağabey bizi kenardaki koltuğa yönlendirdi. Fazla boş yer yoktu, o yüzden sıkış tepiş oturmuştuk. Haliyle biraz büzüşmüştüm.

"Ne öyle pısırık duruyorsun delikanlı, kasanın altına raptiye mi koymuşlar?"

Kenardaki gri saçlı&sakallı amca konuştuğunda, ben dediklerini algılamaya çalışırken diğer tüm dedeler hunharca kahkaha atmışlardı. Kasa dediği şeyin oturma organım olduğunu geç anlamıştım.

Şakacı dede.

"Az bir boyunun ölçüsünü görelim, kalk bakalım çay koy."

Bu sefer başka bir dede konuşmuştu. Hüzünden beynim yansa da kalkıp dedenin yanına aceleyle gittim ve uzattığı çayı elime aldım. Mutfağa gitmek için kapıya yönelmiştim ki, arkamdan gelen sesle durup arkamı döndüm.

"Bizim çayları niye almıyorsun evlat?"

Sizin çaylar?

Siz?

Biz dediğin güruhtan bir aşiret çıkar ulan! Üşenmeyip saydım da; şu an salonda boş olan ve dolmayı bekleyen 12 tane çay bardağı vardı ve onları dolduracak tek insanevladı bendim. Hepsi uyumlu bir koroymuşcasına belirli bir ritimle çaylarını fondiplediler ve çay tabaklarına bardaklarını çat! diye bıraktılar. İçimdeki ağlak hissimi dışıma yansıtmamaya çalışırken zorlanıyordum. Kendimi bir an ot gibi hissetmiştim.

Neredesin Hamdi?

××××××××××××××××

"Ağabeyin nerede oturuyor demiştin?"

Hasan Amca (daha baba mı desem amca mı karar veremedim) konuşunca kafamı ona çevirdim.

Sohbet bitmişti. Mekteb-i Suffa diye bir siteden Nouman Ali Khan diye bir adamın birkaç sohbetini izlemiştik. Adamın çok akıcı bir anlatımı vardı ve konuşurken sıkmıyordu. Hoşuma gitmişti. Çayların yanında poğaça da yemiştik ve mükemmeldi. Tadı damağımda kalmıştı.

KuleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin