Medya: Buğra Gencer
BUĞRA
Arabaya, az önce halay çeken ben değilmişim gibi bir kuğullukla giderken ayağım taşa takıldı. Allahtan Ezra kafasını çevirip bakmamıştı da, rezilliğimi kendi içimde yaşamıştım. Normalde umrumda olmazdı, çevredekiler bana gülseler bile onları umursamazsam, kendimi üzmemiş olurdum. Ama hep diyordum ya, konu Ezra olunca bazı şeyler değişiyordu.
Arabaya geçtim ve heyecanımı yatıştırmaya çalışacak hareketler yapmaya başladım. Ama içimden. Kafamda dinazorlarla serçe parmağımı tutuşturmuştum ve bunu dışa yansıtmayacak bir yeteneğe sahip olduğum için Allah'a teşekkür ediyordum.
Kontağa anahtarı taktığımda üstümden sular damlıyordu. Ezra'ya bakmaya cesaretim yoktu henüz. Eğilip torpidodan peçeteliği çıkardım ve içinden birkaç tane alıp arkamı döndüm.
Gördüğüm manzara o kadar bambaşkaydı, o kadar eşsizdi ki, yeminim olsun; beni burada bırakın ölene kadar yalnızca onu seyredeyim. Gıkım çıkmazdı.
Bir insanevladını böyle güzel uyuyabiliyor olması diğer insanlara haksızlık olabilirdi. Dışarıda en fazla iki-üç dakika kalmıştım. Hemen uyumuştu. Yorgunluğunun verdiği bu mükemmel görüntü için, onu yoranlara bile teşekkür edesim gelmişti.
Gözümü bir an olsun üzerinden alamıyordum. Hayranlıkla seyrediyordum. Uyanıkken onu izleyemediğim için, şimdi doyasıya bakıyordum. Yüzünün her zerresini aklıma kazımak istiyordum.
Kaşının biraz altında bir veya bir buçuk santimetrelik bir yara izi vardı. Çenesindeki gamzenin kenarındaki ufak beni bile farkedebilmiştim. Burnunun kenarlarında çok hafif çiller vardı.
Derin bir nefes alıp verdim ve kafamı eğdim. Kalbim hızlı atmaktan ve normalinin beş misli fazla kan pompalamaktan hastalanacaktı neredeyse. Tereddüte düşmüştüm şimdi. Onu izlemem, uykuda olsa bile ona haksızlık olur muydu, olmaz mıydı? Normalde uyanıkken, ona bu denli dikkatle bakmama izin vermezdi, emindim. Ama bu yüzden krizleri fırsata çeviriyordum ya. Her ne kadar, duyarsa veya görürse bana yumruk atacağını bilsem de telefonumu çıkarıp fotoğrafını çektim. Bunu gizli klasöre saklayacaktım, kimse görmeyecekti. Tabii benden başka.
Elimde olsa onu da kimse görmesin diye gizli bir yere tıkardım. Ciddiydim. Yapabilirdim.
Derin ve sessiz bir nefes aldım ve yavaşça üfledim. Arabanın kapısını açtım, dışarı çıktım. Yağmur artık sadece çiseliyordu. Ezra arabanın sağ tarafına yaslandığı için sol kapıyı açtım. Eylül ayının başlarında olduğumuz için, üzerime ceket giymiştim ve şanslıydım. Yağmurluğumsu ceketi çıkarıp dışını içine çevirdim ve kuru yerini Ezra'nın üzerine sermek için eğildim. Koltuk, hareketimi kısıtladığı için normal bir şekilde oturdum ve yanıma döndüm. Kokusu burnuma doğru ufaktan gelirken nefesimi tuttum. Bayılmazsam iyiydi. Kitaplarda vs. bu koku olayını saçma bulurdum, ama şimdi resmen yaşıyordum. Tıpkı uykusunda olduğu gibi, bir insan bu kadar güzel kokabilir miydi? Sanki, yağmur gibi kokuyordu. Az önce yağmur yağmış olabilirdi ama, bunun o yağmura değil de Ezra'ya ait olduğunu anımsayabiliyordum. Ceketi üzerine usulca örttüğümde nefes alıp verdim. Yan dönüp kapıdan çıkacakken omzuma değen eliyle nefesimi tuttum. Ne olduğunu anlamak için zor da olsa Ezra'dan tarafa döndüğüm sırada sımsıkı yumduğu sağ gözünden birkaç damla yaş düştü. Kolumu öyle sıkıyordu ki, bıraktırmaya çalışsam beceremeyebilirdim.
"Anne..." diye sayıkladığında birkaç saniyelik afallamamdan sonra acıyla gözlerimi kapattım ve arkama yaslandım. Kolumu hâlâ sıkıyordu. Tekrar yüzüne baktığımda yüzündeki ıslaklık artmıştı. Sicim gibi göz yaşı akıtıyordu kapalı gözlerinden. Acı çekiyor gibi bir yüz ifadesi vardı. O an anladım ki, dayanamıyordum.