Müziğin sesi artık kulağımda uğultu gibiydi. Hiç kimse nefes dahi almıyordu. Kimse bir şey demeye cesaret edemiyordu. Derin ve titrek bir nefes aldım. Kafamı Aslan'a çevirdiğimde çok zor hareket edebildiğimi fark ettim. Aslan gözünü bile kırpmadan Akif Bey'in cesedine bakıyordu.
Soğukkanlı olmalıydım. Aklımı başıma toplamalıydım. Harekete geçmem gerekiyordu. Derin nefes Verda. Derin nefes. Ayaklarımı bile oynatamıyordum. Güçlükle bir adım attım. Sonra bir adım daha. Ve sonrasında hızlı hızlı tuvaletlere yürüdüm. Önce erkekler tuvaletine baktım. Eğer İstanbul ya da Lev varsa diye. Bütün kabinlerin kapısını açtım. Ama hiç kimse yoktu. Bu sefer koşarak kızlar tuvaletine gittim. Burası da boştu.
Tuvaletleri bırakıp barın içinde dolaşmaya başladım. İlla ki seks yapanlar için birkaç oda olması gerekiyordu. Merdivenlerden üst kata çıktım. Tahmin ettiğim gibi birkaç oda vardı. Sodan başlayıp ilk kapıyı açtım. Kilitliydi. Kaşlarım çatıldı. Hemen diğer kapıya geçtim. Bu da kilitliydi.
Sağdaki ve soldaki bütün odaların kapısını açmayı denedim ama başarısız oldum. Hepsi kilitliydi. Ya barın sahipleri kilitlemişti ya da İstanbul'un oyunlarından biriydi. O psikopat herif yapacağını yapmış sonra da defolup gitmişti. Dediği gibi gösterisine(!) devam ederek hepimizin ağzına sıçmıştı.
Kağıdın üstünde yazan yazılar geldi aklıma. İntikam diyordu. Ne intikamından bahsediyordu? İçinin soğuması gerekiyormuş bir de beyefendinin! Şerefsiz!
Artık bir ruh hastası olduğuna emin olmuştum. Kesinlikle bir rahatsızlığı vardı ve tedavi olması gerekiyordu. Hapishanede güzel bir tedavi uygulanacaktı ona.
Merdivenlerden indiğimden parlak ışıklar beni rahatsız etti. Çoğu kişinin kafası bana döndü fakat hiçbiriyle göz teması kurmadım. Yüzümdeki ketum ifadeyi korudum. Aslan'ın yanına gittiğimde hala cesedin başındaydı ama ona bakmıyordu. Bakışları yerdeydi ve fazlasıyla düşünceli görünüyordu. Tam konuşmak için ağzımı açacağım sırada polis sirenlerini duydum. Derin bir nefes verdim. Şu bir hafta içerisinde kaçıncı sorguya gidiyordum acaba?
Başka bir emniyetin polisleri içeri daldığında kapının kilitli olmaması dikkatimden kaçmadı. Polisler içeriye adımlarken yüzlerini buruşturmuştu. Orta yaşlı bir adam yüzündeki kayıtsız ifade ile hiç durmadan bize doğru yürüdü. Yanımıza geldiğinde Aslan dalgın bakışlarını adama yönlendirdi. Adamı görmesiyle hemen dik bir duruşa geçti ve gözlerindeki dalgınlığı söküp attı. Bense kaşlarımı çatarak adama bakıyordum. Bu herif bir yerden tanıdıktı.
"Baş Komiser Aslan Soysal siz misiniz?"
"Evet, benim."
"Müdürünüz nerede?"
Aslan kafasını sahnede yatan cesede çevirdiğinde adam da onu taklit etti. Cesedi gördüğünde yüzünü buruşturdu fakat hemen kendini toparladı.
"Ben Komiser Yavuz Yerebakan."
"Sizi tanıyorum elbette Yavuz Bey. Sürekli sosyal medyanın gündeminden düşmüyorsunuz."
Aslan'ın imalı lafıyla gözlerim kısıldı. Adamın sinirlendiğini görebiliyordum. Şimdi neden tanıdık geldiğini anlamıştım. Bu herifi haberlerde görmüştüm. Hatta İstanbul Katili lakabını bu herif çıkartmıştı. Fakat adamın bakışlarında o kadar üstünlük vardı ki bir komiser mi yoksa ağa mıydı belli değildi. Hele ki karşısında duran bir baş komisere bu şekilde dik dik bakması saygısızlıktan başka bir şey değildi. Keşke soyadı gibi azıcık yere baksa.
"Sizi sorgu için götürmem gerekiyor Aslan Bey."
Adam cebinden kelepçe çıkardığında tek kaşımı kaldırdım. Buna gerek yoktu. Öte yandan bana göz ucuyla bile bakmaması sinirlenmeme sebep oluyordu. Aslan kaşlarını derinden çatarak önce kelepçeye sonra da adama baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstanbul Katili
Mystery / ThrillerYüzümdeki kar maskesinden dolayı görmeyeceğini bilsem de tek kaşımı kaldırdım. "Niye beni kaybetmek istemiyormuşsun? Yoksa elinde şantaj yapıp kullanabileceğin kimse kalmadı mı?" Cümlemi bitirir bitirmez kafamı araba camından çıkarıp arkamızdaki pol...