Moral Bozukluğu

320 31 44
                                    

  Arabanın kapısı açıldığında indim. Koruma bana kafa selamı verdiğinde gülümsedim. İstanbul da indiğinde yanına gittim. İkimiz birlikte gülümseyerek merdivenleri çıkmaya başladık. İstanbul bir elini belime yerleştirdiğinde kafamı çevirip ona bakmamak için kendimi zor tuttum.

  Malikanenin çevresi resmen ışıklandırmalıydı ve altın gibi parıldayan bronz işlemeleri vardı. Giriş kapısına geldiğimizde daha kapıyı çalmadan hizmetli kadınlardan biri açıp gülümseyerek bizi karşıladı.

"Hoş geldiniz efendim."

  Önümde baş selamı verdiğinde aynı şekilde gülümsedim. "Hoş bulduk."

  Lanet olsun! Ben bu koca malikanede nasıl aradığımı bulacağım? Hoş, ne aradığımı bile tam olarak bilmiyorum.

  İçerisi bronz ve altın sarısı renklerle döşenmişti. Yüksek tavanlardan sarkan büyük avizeler güneş gibi her yeri aydınlatıyordu. Lambalar da sarıydı. Bu adamın sarıya ve bronza takıntısı vardı.

  Hizmetliler yan yana sıraya geçmişti. Geldiğimizi gördüklerinde aynı anda selam verdiler. Ben gülümseyerek onlara cevap verirken bir andan da bu zenginliğin ne kadar adaletsizce olduğunu düşünüyordum.

"Mert Bey sizi içeride bekliyor Talya Hanım."

"Teşekkürler."

  Hizmetli kadın önden ilerlerken biz de onu takip ediyorduk. Kafamı kaldırıp İstanbul'a baktım. Benimle aynı anda kafasını indirip o da bana baktı. Göz kırptığında gülümseyip önüme döndüm. Gerginliğimin azalması için göz kırpmıştı muhtemelen ama benim gerginliğim daha da artmıştı. Şu an yapacağım rolü değil, bu koca malikaneyi düşünüyordum. En az bir ay sürerdi burayı araştırmam. O da en az! Sürekli her saniye buraya da gelemezdim. Kendi evim yokmuş gibi olurdu ve elbet Mert'in gözüne batardı. Ayrıca buraya geldiğim zaman da istediğim gibi her odaya girip çıkamazdım. Sonuç olarak misafir gibi görünmem gerekirdi. Ayrıca malikanenin her yerinde kamera olduğuna dair adım soyadım kadar emindim.

Stresim içimde büyüyüp taşarken yemek salonuna girmemiz ile gözüm önce envai çeşit yemek olan koca masaya sonra da masanın başına oturmuş adama kaydı. Kafasında neredeyse saç kalmamıştı. Tek tük saç telleri de beyazdı. Kilolu ve göbekliydi. Bizi gördüğü anda gülerek ayağa kalktı.

"Kimler gelmiş kimler!"

İstanbul beni alttan çaktırmadan dürttüğünde hemen kendimi toparladım. Kollarımı açıp heyecanla Mert'e doğru ilerledim.

"Dayım! Nasılsın?"

Kollarımı Mert'e dolaştığımda o da bana sıkı sıkı sarıldı. Böyle iğrenç bir herife sarılmak gerçekten mide bulandırıcıydı. Üstüne kusmazsam iyi.

"Çok iyiyim bebeğim, sen nasılsın?"

"Seni gördüm daha iyi oldum."

Heyecanla dayımdan ayrılıp elimle İstanbul'u gösterdim.

"Bak! Sana bahsettiğim arkadaş bu. Barlas, dayım; dayı, Barlas."

Elimi ikisi arasında gösterip tanıştırıyor gibi yaptım. İstanbul yüzündeki gülümsemesi ile Mert'in elini sıktı.

"Çok memnun oldum."

"Ben de memnun oldum oğlum."

Ellerini geri çektiklerinde Mert bize gülümseyerek baktı. İstanbul çaktırmadan elini üstüne silmişti. Tabi ki bu benim gözümden kaçmadı.

"O kadar yoldan geldiniz, açsınızdır şimdi. Oturun çocuklar."

Mert yine masanın baş köşesine geçerken ben de yanına oturdum. İstanbul da yanıma oturduğunda çalışanlar servis yapmaya başladı. Kafamı çevirip İstanbul'a baktım. Yüzünde sahte bir gülümseme vardı ama bu zar zor fark edilirdi.

İstanbul KatiliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin