Hardal sarısı kazağımı üstüme geçirip siyah deri, bol pantolonu da giydim.
"Bu da demek oluyor ki epey zorlanacaksın ama.."
"Hala konuşuyor musun sen!"
Bağırmamla İstanbul'un kahkahasını duymam bir oldu. Sinirle ofladım. İki saattir kapının önünde konuşup duruyordu. Bir büründüğüm rolü, bir Mert denen adamı hatta yetmiyor kendisini övüp bana laf sokuyordu.
"Bu kadar agresif olma dedektif. Sen bugün çok nazik, sakin ve tatlı bir kadını canlandırıyorsun."
"Kes artık şu sesini!"
"Biliyorum, kendine tam tersi olan birini canlandırmak zor ama üstesinden geleceksin artık."
Hızlıca kapıya yürüyüp sertçe açtım. İstanbul kapı eşiğine yaslanmış, elleri cebinde sırıtıyordu.
"Oo, hazırlanman bitmiş sonunda dedektif."
"Kapat çeneni, demeye bile halim yok İstanbul."
"Ama bak oldu mu bu şimdi? Biz gizli göreve gidiyoruz, senin dediğine bak. Nasıl halin olmaz?"
Derin bir of çektim. İstanbul gülerek beni seyrederken yanından geçip gittim. O da peşimden geliyordu.
"Ne kadar maviyi tercih etsem de kahverengi de sana yakışmış dedektif."
Cevap vermedim. Gözlerimden bahsettiğini biliyordum. Mert'in yeğeni gerçekten de bana benziyordu. Sadece birkaç küçük farklılık vardı. Bunlardan birisi de gözlerimizdi. Benimki mavi onunki kahverengiydi.
"Sen hazırlanmayacak mısın?"
"Hazırım zaten."
Arkamı dönüp baktığımda beyaz bir kazak ve siyah pantolon giydiğini gördüm. Kaşlarım çatıldı.
"Sen hiç kılık değiştirmiyor musun ya?"
"Her zaman değil. İhtiyacım da yok zaten dedektif. Yüzümü gören herkes ölüyor."
Pis pis sırıttı. Bense ona kınayarak baktım.
"Senden iğreniyorum."
"Seversiin seversiin."
Kendinden emin bir şekilde kafasını ağır ağır sallayarak konuşması daha da sinirlerimi bozmuştu.
"Gidelim artık."
"Hay hay dedektif."
Dış kapıya doğru ilerlediğimde aklıma montumu almadığım geldi. İstanbul'a beklemesini söyleyip hızlıca odama gittim. Montumu alıp tekrar kapıya geldiğimde İstanbul dışarıda beni bekliyordu. Siyah, uzun bir kaban giymişti.
"Amma unutkansın dedektif. Bir de hafızama güvenirim diyorsun."
"Arada sırada herkes bir şeyleri unutur."
"Görevini unutma da."
"Seni ters kelepçeyle Silivri'ye yollama görevini mi? Emin ol bu görev asla aklımdan çıkmıyor."
İstanbul sırıtarak göz devirdi. Beni ciddiye almadığı belliydi ama bir gün aynı onun gibi ben de ona gülecektim. Son gülen iyi gülermiş.
Kapıyı arkamdan kapattığımda montuma iyice sarıldım. Rüzgardan saçlarım uçuşuyordu. Hava gerçekten soğuktu.
"Bugün ayın kaçı?"
"Kasım'ın on yedisi."
Kafamı salladım. Siyah arabanın yanına geldiğimizde İstanbul kapıyı açıp geçmemi bekledi. İçeriye geçip oturduğumda kapıyı kapatıp ön taraftan dolanarak sürücü koltuğuna geçti. Kemerini takarken şaşırmış bir edayla konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstanbul Katili
Mystère / ThrillerYüzümdeki kar maskesinden dolayı görmeyeceğini bilsem de tek kaşımı kaldırdım. "Niye beni kaybetmek istemiyormuşsun? Yoksa elinde şantaj yapıp kullanabileceğin kimse kalmadı mı?" Cümlemi bitirir bitirmez kafamı araba camından çıkarıp arkamızdaki pol...