21.BÖLÜM

7.8K 293 4
                                    

✒️📜 (İlahi Bakış)

ŞAM - SURİYE

SAYDNAYA HAPİSHANESİ

Sinirle soluyan Şafak, başıyla istemeyerek de olsa onayladı ve gardiyanların her başka tarafa bakışını fırsat bilerek, peşi sıra sürüklediği Hasan'la birlikte öne ilerledi.

Hasan'ın gösterdiği adamın hizasına gelince, Hasan ondan ön davranarak, kolundan tuttuğu bir adama;
"Ubeyd Muhammed!" diye fısıltıyla seslendi.

Siyah saçları dağılmış adam şaşkınca ikisine de bakıp, tekrar Hasan'a döndü ve 'anlamıyorum' der gibi kaşlarını çattı.

Hasan kafasıyla Şafak'ı göstererek; "Ubeyd Muhammed'e söyleyeceklerim var diyor!" dedi hızla.

Esmer tenli, burnu kırılmış ve eğik duran, vücudu süzülmüş adam şaşkınlık ve tereddütle;  "Ta..Tamam..." diyebildi ancak.

Şafak hızlıca; “Bak Ubeyd! Hızlı olacağım. Ben Türk Silahlı Kuvvetlerinden, Yüzbaşı Şafak Mert Kurtoğlu. Buraya kadar tünellerin lokalizasyonunu öğrenmeye geldim. O tüneller Rusya, rejim, terör örgütlerinin eline geçmeden bize vermelisiniz, her şeyden önce kendi insanlarınız için. Bu söylediklerime inanmak zorundasın hemen. Şimdi!"

Adam şaşkınca ne diyeceğini bilemez bir halde Hasan'a bakarken; Hasan da gözlerini kocaman açmış, şaşkın bir vaziyette Şafak'a bakıyordu. 

Gardiyanların olduğu taraftan ses geldiğinde, hepsi kafayı çevirince gördüler ki konuşan Najem'di.
 
"Siz ikiniz! Gelin!" diyerek Şafak ile Hasan'ı gösteriyordu.

Şafak, Najem'in kafasından geçenleri anlayıp, gözlerini yumarken bıkkınca nefes verdi. Ubeyd çoktan onları tanımıyormuş gibi arkasını dönmüştü. 

Hasan ve Şafak içeri ilerlerken, Najem tüm dişleri görünürcesine zevkle onları izleyerek sırıtıyordu.
İki adam Şafak'ı rutubet kokan sıvalı duvarın önündeki demir sandalyeye oturtarak bağladılar, Hasan ise tam ortadaki tavana iki elinden geçen demir zincirlerle asılıydı. 

Şafak bu işkence tipini biliyordu. Korkuyla birlikte, umutsuzluğu da aşılayan bu işkencede amaç; birine yaparken diğerine izletme taktiğiyle konuşturmaktı.
Ama şu an buradakilerin bunu konuşturma amacıyla değil, zevk için yaptığı barizdi. Ne tür bir işkence gelecekti onu da bilmemesi cabası...

Koca bir sessizlik vardı işkence odasında. Keskin ve tiz bir demir şıngırtısı geldi ilk önce. Najem, Hasan'ın arkasından yaklaşırken, sadece gülerek elinde palayla ilerliyordu karşılıklı oturttuğu iki adamın arasına.

"Bu işi hızlı değil yavaş yapmayı seviyorum," dedi elindeki palayı okşayarak. 

İki gardiyana göz hareketiyle işaret çakıp, Hasan'ı omuzlarından tutturduktan sonra, adamın dışarıdakileri titreten çığlıkları eşliğinde, erkekliğini ve hayalarını kasıklarından ayırdı. 

Kan boşaldı Hasan'ın ayaklarının dibine. Çığlıklar dört bir yanı sarmışken oluk oluk süzülü kifayetsiz kanı ve bilinci giderken başı öne düştü Hasan'ın.

Najem, soluna döndü ve demin Hasan’ın bedeninden vahşice kopardıklarını, Şafak'ın önüne atarak;
"Az kaldı hissediyorum! Seninkileri de işte böyle alacağım!"dedi Şafak'a.

Şafak gözlerini adama dikti sadece. 

İçindeki deli fırtınaların arasından içinden bir çığrış koptu, dua koptu kalbinden. Hasan, bilinci kapalı ve kasıkları kanıyorken, Şafak'la birlikte koğuşa fırlatıldı. O anda bulabildiği bez parçalarıyla ve kendi üstünden çıkardıklarıyla tampon yaptı Hasan'a, ölmesin diye.

Bir gece daha geçti avludaki çığlıklarla.

Bir gece daha uyudu kadınların ve çocukların çığlıklarına alışmış olanlar...

Şafak alışmaktan korkuyordu. Ertesi gün gene uyanmadı Hasan.
İşkencenin bu koğuşu pas geçmesiyle, kucağında Hasan'ın kafası kucağında betonda oturarak geçirdi tüm günü Şafak. Ertesi gün geceye kavuştuğunda gözleri aralandı Hasan'ın;
"Sss..Su!" ya benzer bir mırıltı döküldü. Şafak,  tuvalet tasına koyup kenarda beklettiği sudan damlattı, kucağındaki kurumuş dudaklara. 

Hasan zor yutkunuyordu ki bir soluk şekil alırken ses tellerinde; "Tü...tüneller.." diyebildi ve ardından tekrar yutkundu.

Türkçe konuşmaya başlamıştı Hasan. Şafak Hasan'ın tüneller dediğini duyar duymaz, Türkçe konuşmasının şaşkınlığını atarak, kulak kesildi.

"Tünellerin krokisi... İdlib... İdlib'de... Derivan Han'ındaki... Deri... Derici Yahya..." ardından tekrar zor bir yutkunuş geldi.
 
Şafak kaşlarını çatarken kuşkuyla; "Sen nerden biliyorsun?" dedi.

"Abidin Ubeyd Muhammed benim."

Şafak uzun ve sessiz bir nefes verirken gözlerini yumdu.

Kısa bir sessizlikten sonra devam etti Hasan.

"Yahya'ya de ki.... Selâm her zaman... Özgür olanların ... üstünedir... o zaman verir..."
Ubeyd son sözleri olduğunu bile bile devam etti.

"Eğer Türk askeri...olduğunu... bilseydim... hemen..söylerdim.. Ben... Benim milletimi ... medenî gibi geçinenler parçaladı... Vatanın yoksa... hiçbir şeyin yoktur..."
Ardından Kelime-i Şehadet geçti dudaklarından. İçten bir parça koptu sanki dudaklarının arasından, ve derin bir sessizlik kapladı bedenini.

Şafak sessiz bedene mesken oldu. Bir mezarı bile olmayacağını bile bile ölen bu bedene saatlerle sınırlı da olsa yarenlik etti.

Sabahın ilk ışıklarına kadar avludaki kadın ve çocukların çığlıklarıyla, kucağında tuttu Ubeyd Muhammed'in ruhunun terk ettiği bedenini. Soğuk hapishane taşına yasladığı duvarın hemen arkasından gelen çocuk çığlıklarını tanımaz olmuştu buradaki babalar. Şafak, bu son gecesini, hapishane taşı kadar mıh gibi kazıdı aklına. Ne ilkti ne de son...

"Ya Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?
Mahşerde mi bîçarelerin, yoksa felâhı?"

M.Akif Ersoy

ŞAFAK VAKTİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin