✒️📜 (İlahi bakış açısı)
✒️📜
İri elmacık kemikleri hafif çekik kahverengi gözleri, kalın ve şekilli dudakları olan 1.90 boyundaki adam, dünyanın hiçbir yerinde bir benzerini bulamadığı, yuva denilen bu yerde; sevdiklerinin mutluluğunu izliyordu. Zihnine iyice kazıyordu ki, en karanlık gecelerinde gözlerini kapatınca bu anı, herkesi, mutluluğu resmetmesi kolay olsun...
Özellikle karşısında arkadan gelen meltemle uçuşan saçları olan ahu bakışlı kızı kazıyordu zihnine. Ne güzel de yakışıyordu güneş onun beyaz tenine... Kısa eteğiyle, hele ki beline Halil'i koyunca bir yanı daha çok açılmış bir şekilde duran eteğiyle, fazlaca belli olan beyaz bacaklarına baktı. Bu eteği tamamıyla sıyırmak isterken, kafasını hızlıca iki yana silkeledi...
Bahar çiçeklerinin açtığı kırlara girmişsin hissi veren ama fırından yeni çıkan ekmek gibi iştahını açan bir kokusu vardı bu ahu gözlü kızın... Beyaz teninde parlayan ahu gözleri, Mert'in hem iştahını aç bir kurt gibi açıyor hem de sızlayan bir yara gibi sinesini yakıyordu. Bu kızı her gördüğünde gerçekten ne hikmetse de deli gibi de iştahı açılıyordu Mert'in. Fırından çıkan ekmek gibi kokup, iştahını da açmasını bir türlü anlamlandıramamıştı. Bir kadını nasıl sıcak ekmeğe benzetebilirdi?! En yakın rutin askeri psikolojik muayenede bunu psikyatriste sormalıydı!
Sadece kokusu bile erkekliğini şaha kaldırabiliyordu. Hele ki gözünün önünde tazyikli hortumla sırılsıklam olduğunu görünce; özgürlüğünü ilan eden aletiyle, kendini liseli ergenler gibi hissetmişti. Bu kadar da zaafları olan biri değildi ama Zeynep’in yanında tüm kontrolü kaybeden bir yanı vardı. İçindeki fırtınaya söz geçiremiyordu.
Kızın sinirlenmesi bile kendine iyi gelmiyordu. Sinirli kadınları hiç sevmezdi ama bu kız sinirlendiği anda onu tuttuğu gibi; kızın aklına hayaline gelmeyecek şeyleri yapmak istiyordu. Zeynep’in teninin üzerinde hayal ettiği şeyler bile tek başına Şafak Mert Kurtoğlu’nun dağılmasına yeter de artardı bile. Ama bu kızla kendisine hiç ihtimal vermiyordu.
Yemekte konuşurken bile bir kez daha idrak etti, onun bu kapalı kutu ve kötülüklerden arınmış dünyası Şafak'ın getirdikleriyle yerle yeksan olurdu. O bu küçük ışıltılı fanusundan hiç bir zaman çıkmamıştı. Kızdaki imkansızlığına bakarken dalgınca; kızın ahulu gözleri döndü ona. Titrek ve ıslak bakıyordu her zaman... Bir ömür bakabilirdi bu gözlere, ama kız her seferinde kaçırıyordu, o ıslak ve titrek büyüyü Şafak’tan.
Oysa Şafak ona bir ömür bakabilirdi.
"Oğlunu kısa dönem bile askere göndermeyen kadın, bir ömür boyu asker yolu beklemez,” deyip kafasındaki Zeynep neden olmaz sorusunun cevabına bir imkansızlık daha ekledi.
Zeynep hayattı, Şafak ölüm. Zeynep’in hayatı nimetti, Şafak’ın hayatı ıstırab. Biri cennet, diğeri cehennem.
Sonra cehennem haftası geldi aklına Şafak’ın.
"Yüreğinizdeki yaralar, vücudunuzdaki yaralardan daha çok acıtır ve motivasyonunuzu bozar! Bu yola girerken sevdiklerinizi bırakıp gitmeyi, sizin göze almanız yetmez; sevdiğinin, anasının, bacısının bekleyemeyeceğini düşünen hemen şu an pes zilini çalsın!"
☆☆☆☆☆☆☆
6 SENE ÖNCE
2012
EŞELEK KÖYÜ KIRSALI /GÖKÇEADA
Cehennem Haftası 6.gün
Bozkır ve makinin hakim olduğu bitki örtüsü üzerinde büyük çitler kilometrelerce giderken ortada derme çatma bir telden geçitte 'siviller giremez' yazıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAFAK VAKTİ
Ficțiune adolescențiVakit, vuslat vaktine çok hasret kala, Hazan vaktinin en karanlığında, Ne yaman bir ayrılıktır ki Muhtaç etti beni kırık hatıralara. Hiç bitmeyecek sanıp tam alışmışken gecemin karanlığına, Umulmadık vuslatın ışıkları vurdu ve vakit erdi şafağa... 🌅