23

55 6 0
                                    

Uyandığımda sabahın beşi olduğunu gördüm, gece erken yattığım için çok umursmadan mutfağa gittim ve kahve makinasını çalıştırıp cam boyundaki tekli koltuklardan birine oturdum.

Mutfakta direkt bahçeye açılan bi kapı vardı. Kapı dahil o duvarın tamamı camdandı ve kapının yanında, camın önünde karşılıklı iki tane tekli koltuk, koltukların ortasında ise masa sehpa arası bişey vardı.

Çimenli bahçeyi izlerken aklıma çiçek fikri gelmişti, bahçe güzeldi ama çok cansız duruyordu. Peyzaj mimarı tutacak kadar vaktim olmamıştı, şimdi de kendim tasarlayıp uygulamak istiyordum. İyileşene kadar tasarımını yapar, iyileştikten sonra da kendi ellerimle hayata geçirirdim.

Annem hanım eli denen çiçeğe bayılırmış, annemin arkadaşı anlatmıştı bir zamanlar.. çisem de sümbül gibi kokardı. Sezgin de limon kokuyordu...

Kokusu burnuma gelince birden içim özlemle yanmıştı, oysa yirmi dört saat bile olmamıştı. Kavgalı ayrılınca böyle oluyordu demek ki. Dayanamdım ve elim aramak için telefona gitti, tam tuşa tıklayacakken kahve makinasının sesini duymamla ayıldım ve telefonu masaya geri burakıp fincanımı aldım.

Birkaç saat boyunca, o koltukta oturup kitap okumuştum.

Bakındığım bahçede Damir in bana el salladığını görmemle şaşırmıştım. İçeri girdiğinde el sıkışmıştık.

" Koruma mutfakta olduğunu söyleyince burdan girip şaşırtayım dedim."

Gülüp elimle kalktığım koltuğu işaret ettim ve onun için de kahve ayarladım.

" İyi yapmışsın, şaşırdım cidden."

" Ozan bey beni işe alırken etrafımdakilerin çoğu 'delinin teki' olduğumu söylemiş, sırf bu yüzden bile beni işe alabileceğini söylemişti."

" Sever o öyle şeyleri.. Kahve yapıyorum içersin dimi?"

Neşeyle sorduğum soruya başını sallamakla yetinmişti.

" Yaran nasıl, kanama veya ağrı oldu mu?"

" Yok, hiçbir sıkıntı olmadı. Ağrı kesiciler güçlü zaten."

Kahvesini önüne koyup ben de karşısına oturdum.

" Birden senli benli konuşmaya başladık ama rahatsız oluyorsanız değiştiririm, dalgınlıkla olmuş farketmedim."

" Yok sorun değil, asistanımı da alıştırmaya çalışıyorum zaten ama Merih bey demekten bir türlü vazgeçmiyor."

Gülümseyip işimden konu açtı, sonrasında onun işi, gündem, filmler falan derken neredeyse iki saattir sohbet ediyorduk.

" Daldık sohbete bandajı unuttuk, odana çık istersen. Malum her yer koruma dolu burda. Bide..."

Eliyle daire çizerek camdan duvarı işaret etti.

"... senin de özel hayatın pek gizliymiş, maşallah."

Dediğinde kahkaha atıp ayaklandım.

" Kabul et güzel duruyor."

Kaşlarını kaldırdı.

" Ona ne şüphe.."

Odaya girdiğimizde tişörtümü çıkarıp yatağa oturdum ve doktora sırtımı döndüm. Bandajımı çıkarıp hızlı bir şekilde pansuman yaptıktan sonra yenisini yapıştırmıştı.

" Dikişler iyi gözüküyor, yara da aynı şekilde. Pansumanı iki günde bir yapmak iyi olacaktır, yarından itibaren de bandajı çıkarmaya başlarız kısa sürelerle. Malum, hava alırsa daha çabuk kurur ve kapanır. Ancak sakın bandajı çıkardıktan sonra bir şey giyme veya bir yere yaslanma."

" Ne kadar süre hava aldırmalıyım?"

" Sırtının bu kısmına tek başına bandaj yapıştıramazsın. Birisi yanında olsa iyi olur."

Sıkıntıyla nefes verdim. Kimseyi istemiyordum yanımda, Türkiye'ye geldiğimden beri sürekli benim dertlerimle uğraşıyordular zaten.

" Tek başıma halledemez miyim?"

" İstersen ben gelebilirim, hem bi doktor olarak benim yapmam daha sağlıklı olur hem de pek bir işim olmuyor. Sadece seninle ilgileniyorum şuan, başka hastam yok."

Onaylarcasına başımı salladım.

" Ozana haber veririm, ücret meselesini düzenlersiniz birlikte. Her gün geleceksin sonuçta."

" Onun acelesi de önemi de yok, seni bi iyileştirelim de.."

Ayağa kalktığım esnada başımın dönmesiyle yatağa çakıldım, Damir endişeyle yaklaştı.

" Başın mı döndü?"

Onaylar bir mırıltı çıkarıp gözlerimi kapadım. Yanımdan uzaklaştığını, daha sonra ise geri geldiğini hissettim. Bir 'cırt' sesi duymamla gözlerimi açtım. Şu sıkmalı tansiyon aletlerinden vardı elinde. Koluma geçirip tansiyonumu ölçtü.

" 9'a 7 . Çok düşük.. bir dakika, sen kahvaltı ettin mi?"

" Hayır?"

Gözlerini büyüttü.

" Ne de güzel hayır diyosun ya öyle marifet gibi, yürü mutfağa gidiyoruz. Zorla öldüreceksin kendini, hastasın sen hasta. Hatta ameliyatlısın!"

Diyip koluma girdi ve adım adım merdivenlerden inmeme yardım etti, ardından mutfkata bi sandalyeye oturttu. Dolabı açıp salça çıkardı ve bir dilim ekmeğe sürüp bana uzattı. Kendi evi gibi hiç çekinmeden hareket etmişti. Bu adam gerçekten kafadan eksikti, ozanla olan ilk yılımızı hatırlatmıştı.

Uzattığı salçalı ekmeği ite kaka, zar zor yiyip üstüne su içtim.

" İştahın mı yok? Ne kadar yiyorsun ameliyattan beri?"

" Günde tek öğün, çok zorlarsalar bir buçukumsu."

Gülüp telefonunu çıkardı.

" Ameliyatını yapıp ilaçlarını veren doktorla konuşucam, uygun görürse bi iştah kesiciye başlarsın. Ben konuşana kadar sen de kalk bi tartıl, düzelmiştir tansiyonun."

O gittiğinde tartıldım, bir haftada üç kilo vermiştim. Bu mümkün müydü?

" Kaç kilo vermişsin?"

" Üç"

Kaşlarını kaldırdı.

" Ben ilacını yazıp kapıdaki beyefendilerden birine veririm, alır, doktorun da onayladı. Bu akşamdan itibaren, akşamları yemekten bir saat önce alacaksın. Anlaştık?"

" Anlaştık."

" Neyse, ben de gideyim artık. Bir şey olursa ararsın."

Bir şey dememe fırsat vermeden geldiği bahçe kapısından çıkıp gitmişti. Gerçekten çatlaktı...

Çalışma odama gidip her zaman kilitli duran kapısını açtım ve içeri girdim. Önlem amaçlı şifreli kapı taktırmıştım, bazen önemli kişilerin davaları gelebiliyordu.

Masama oturup telefonumu sessize aldım ve dosyanın kapağını açtım.

Caner Bıçakçı davası...

TEKRAR (BxB)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin