❀
"sevgilim bu çocuk kim? telefonunda onunla çok fazla resmin var. eski bir arkadaşın mı?"
minho'nun kız arkadaşı elindeki telefonu tutarken soruyor merakla, ekranı uzatıp gösteriyor. kimden bahsettiğini anlıyorum hemen. su bardağını tutan elimin gücü kayboluyor yavaşça, kardeşimle göz göze geliyorum aynı anda. göğsüm sızlamaya başlıyor. gözlerim dolmaya başlıyor.
kardeşim kırgın gülümsemesiyle ekrana bakarken telefonunu kız arkadaşından alıp kendi tutuyor hemen. resme bakıyor. odağı resim oluyor. masanın üzerine bıraktığım su bardağından parmaklarımı çekmişim ben de. sıkarsam patlayacak çünkü. bardak yerine telefonu tutmak istiyorum. karşımdaki sandalyede oturan kardeşime uzatıyorum elimi. bakışlarım masada. kimseyle göz teması kurmak istemiyorum. telefonu elime veriyor. hemen bakamıyorum resme. cesaret edemiyorum.
"soobin." diyor kardeşim, kız arkadaşını yanıtlayarak. "ismi soobin. kan bağım olmayan öz kardeşim."
"görüşmüyor musunuz? hiç görmedim onu etrafında."
"onu görmeye gidemiyorum."
"nerede yaşıyor ki?"
"cennette."
kız utanıyor, değindiği konuyu anlayınca susuyor hemen. elimdeki telefonun ekranına bakıyorum ben de onları dinlerken. daha resme bakamadan gözlerim doluyor. ama yapabileceğim bir şey yok. onun için ağlamaktan yorulmuyorum, sıkılmıyorum.
ekranda iki kişi; kardeşim ve çiçeğim. üniformaları üzerlerinde. okul yolunda olmalılar. kardeşim çiçeğimin omzuna kolunu atmış, içtenlikle gülümsüyor. çiçeğim de gülümsüyor. ama gözleri parlak değil. bir heyecan yok gözlerinde. yüzünde bir mutluluk yok. hissettirmiyor mutlu olduğunu. ama gülümsemiş yine de. resim için gülümsemiş. kardeşim de diğer eliyle telefonu tutup ön kameradan fotoğraflarını çekmiş. bu da son fotoğrafları olarak kalmış geriye.
mutfağa bir sessizlik çökerken resme bakıyorum. bakıyorum. bakıyorum... belki yedi ya da sekiz saniye geçiyor. kardeşimin telefonunun ekranına, çiçeğimin fotoğrafının üzerine ben farkında olmadan gözyaşlarım damlamaya başlıyor. gözlerine bakıyorum, dudaklarına, kirpiklerine, burnuna, yanaklarına ve saçlarına. dokunma özlemiyle ellerim titriyor, kokusunu içime çekme isteğiyle burnum sızlıyor. "çiçeğim." dudaklarımı aralayıp konuştuğumda iki çift göz beni izlemeye devam ediyor, gözyaşlarım damlamaya devam ediyor. hiçbir şey umurumda değil. "çiçeğim." diyorum yeniden. "sevgilim. güzel çiçeğim."
gülümsüyorum. gülümserken ağlamak pek yabancı bir his değil benim için. telefonun ekranı açıkken masanın üzerine önüme bırakıyorum. sanki bana bakıyor. bana gülümsüyor. mutlu değil. yüzünde bir renk yok ama gülümsüyor. sanki bir şey diyor bana. bak diyor, seninleyken de hep gülümserdim ama içten içe kanıyordum, fark etmiyordun diyor. gülümsüyordum aynı böyle ama sadece sözde diyor.
"özür dilerim." diyorum ben de resme bakarken.
"çok özür dilerim." suçlu hissettiriyor.
özür diliyorum yine ondan. suçlu hissediyorum.
bu his de hiç geçmiyor.masadan kalkıyorum ağlayarak. sesim çıkmıyor. bakınca sadece fark eder bir insan ağladığımı. telefonu da elime alıyorum. kilo verdikçe vermiş yorgun bedenimi sürükleyip bahçeye yol alıyorum. arkamda kalan iki çift gözden ses çıkmıyor. kardeşim arkamdan ağlamaya başlıyor. kız arkadaşı pişmanlıkla kardeşime sarılıyor. hatırlattığı için özür diliyor, onu duyabiliyorum.
ama bu cümlesi beni sinirlendiriyor.
hatırlatmadığını ona söylemek istiyorum.
bağırmak istiyorum.
hatırlatmak unutmaktan geliyor.
ben hiç unutmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
home
Fanfictionçiçeklerimiz kurumuş. senin gittiğinden belli, boynu bükük onların da. sanki benimle beraber senin yasını tutuyorlar. kardeşim de seni özledi. iki haftadır her gün geceleri yavaşça, sesini çıkarmadan yatağıma gelip benimle uyuyor. sen gittiğinden be...