❀ otuz altıncı bölüm

809 80 185
                                    

 ❀ kolpa, nasıl öğrendin unutmayı?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

kolpa, nasıl öğrendin unutmayı?




Bir saat vardı uçağın kalkmasına.

Annem, Minho ile birlikte havalimanına erken gitmek için çıkmıştı evden. Onlarla birlikte bahçeye doğru yürürken kardeşimdeydi gözlerim. Babam gelmemişti. Uçağa binmeden önce işleri çıktığı için sadece annem gelmişti Seul'e. Şimdi geri dönüyordu.

Tek fark, Minho'yu da götürüyordu kendi ile birlikte.

Bahçe kapısının arkasında durdum. Onlarla evin içinde vedalaşmıştım. Şimdi sadece arabaya binip gitmelerini bekliyordum. İki hafta... iki hafta geçmişti her şeyin üzerinden. Bu on dört gün herkes için işkence gibiydi. Hiçbir şey değişmemişti, tazeydi acı. Bu kısa sürede ne değişebilirdi zaten? İşkencem sürüyordu. Ömür boyu da sürecekti.

İki haftadır yalnız kalmak istiyordum, buna ihtiyacım vardı. Annem yaşananlardan sonra beklemişti. Cenaze töreninden sonra bir kaç gün daha bekleyip Minho ve bana da bilet almıştı. Onunla birlikte İsviçre'ye gelmemizi istiyordu. Gidemezdim. Burada bir düzenimiz kalmamıştı. Her şey yerle bir olmuştu ama gidemezdim işte. Bana burada kalmamı gerektirecek bir sebep olmadığını söylemişti annem. Bunu söylediğinde ona bağırdığımı hatırlayınca... derin bir nefes aldım.

Doğru değildi. Çiçeğimi ekmiştim ben bu şehre. Toprağı buradaydı. Böyle söylemesi çok yanlıştı.

Annem direksiyonun başına geçtiğinde gidiyorlardı. Minho arabaya binmeden önce arkasını döndü. Direkt olarak bana bakıyordu. Kardeşim yorgun ve üzgündü. Bunu dışa vuruyordu. En son sesini ne zaman duyduğumu hatırlamıyordum bile. Benim küçük kardeşimin canı yanıyordu. Dostunu kaybetmişti, hayatında sahip olduğu ilk ve tek arkadaşı gitmişti. İkimiz o günden sonra çok konuşamamıştık... sanki birbirimizin yüzüne bakmaya utanıyor gibiydik. Bunun tek sebebi vardı. Her iki taraf da kendini suçluyordu. Ve ben ne yaparsam yapayım onun bu suçluluk hissinden vazgeçmeyeceğini biliyordum. Çünkü ben de vazgeçmeyecektim.

Birbirimize sarılmak sarmamıştı yaralarımızı. Aynı acıyı paylaşıyorduk biz. İkimizin de tek derdi herkesten kaçıp gitmek iken birbirimizin ruhuna sarılamazdık. Gözlerindeki acı göğsümü deliyordu. Ağlama isteğimi bastırıyordum ben yine.

Bir şey söylemedim, bir şey söylemedi ve ikimizin de sessizce birbirimize baktığı o anda... bana ne kadar acı çektiğini gözleriyle anlatmak ister gibi baktı.

Elimin altındaki bahçe kapısını araladığımda onun yanına doğru yürüdüm. Sakince adımladım ona. Karşısına geçip açtığım kollarım ile baktım yüzüne. Doldu gözleri hemen, hızla kollarını belime sardığında ona sıkıca sarıldım. "İyi olacağız..." Fısıldadım.

Kafasını hızlıca iki yana salladığında bana sarılmaya devam etti. Ağlamamalıydı. Kendimi zor tuttuğum bu anda onun gözyaşlarını görürsem dayanamayacağımı biliyordum. Kabullenmeyecekti, asla alışamayacağını düşünecekti. İnsan değer verdiği birinin yokluğunu hemen kabullenemezdi. Fakat zaman ilacıydı her şeyin... en azından öyle söylüyorlardı.

homeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin