Kendimi bildim bileli yalnız bir çocukluğum vardı. Okulda Pelin ile vakit geçirsek de okul dışında bana kalan zamanın büyüklüğü inkar edilemezdi. Okuldan eve gelir, babaannemin benim için yaptırdığı yemekleri yerdim, ki yemediğim taktirde ceza vermesi kaçınılmaz olurdu.
Onun ve babamın yöntemi her zaman bu olmuştu, cezalandırmak. Kendi istediklerini yaptırmak için insanları çaresiz bırakıyorlardı. Anneme yaptıkları gibi. Annemi de bensizlik ile cezalandırmışlardı, beni ise yalnızlık ile. Bizi kuklaları yapmışlardı bir yerde. Kendi istedikleri olsun diye. Beni istediğim gibi olmakla özgür bırakmak yerine, istedikleri gibi olmam için bir kafese tıkıyorlardı. O kafeste yalnızdım, hislerimle, düşlerimle baş başaydım.
Bazen yalnızlık üzerdi, zamanla insanın alışamadığı ne halt kalıyordu? Yaşadığım hayata alışmak zorunda kalmıştım, alışmıştım. Hislerimle başa çıkmaya alışmak zorunda kalmıştım, alışmıştım. İşe yaramaz biri olduğumu kabullenmeye alışmak zorunda kalmıştım, alışmıştım.
Odamın kapısı çalındığında içeri girmesine izin vermeme kalmadan babam içeri girdi, elinde cep telefonu vardı.
"Neden telefonuna bakmıyorsun? Babaannen seni aramış. Konuş hadi." Telefonunu bana uzattığında sıkıcı bir nefes verip telefonu aldım ve kulağıma götürdüm.
"Alo?"
"Durucum? Nasılsın?" Her zamanki yapmacık yumuşak ses beni şaşırtmıyordu, babaannem her zaman insanların neler diyeceklerini düşünürdü ve her şeyden çok değer verdiği cemiyet hayatında herkes tarafından kıskanılmak isterdi. Mükemmelliyetçiydi.
"İyi," dedim kısaca. Babamın uyarıcı bakışlar attığını tahmin edebiliyordum.
Ama zerre umursadığım söylenemezdi. Canım sıkkınken ağzımı açıp bir kelime etmek bile zor geliyordu."Teşekkür ederim, canım, ben de iyiyim," dedi babaannem iğneleyici ses tonuyla. "Neyse, bugün bana gel. Uzun zamandır görmüyordum seni. Hem tanıştırmak istediğim kişiler var. Yarım saate hazır olursun herhalde?" Kafamı yastığa gömüp çığlık atsam olmaz mıydı? Dünyanın en sıkıcı olayıydı bu. Bana hayır deme şansı bile bırakmayacağını biliyordum.
"Gelmek zorunda..."
"Evet, tatlım. Gelmek zorundasın. İşlerim var, kapatıyorum. Geç kalma." Ve telefonu kapattı.
Oflayarak telefonu babama uzattım ve ardından kendimi yatağıma attım.
"Seni bırakırım istersen." Gözlerimi babama çevirdiğimde bana baktığını gördüm. Açıkçası yorgun görünüyordu. İşten yeni gelmiş olmalıydı, takım elbisesi hala üstündeydi. Kravatı biraz gevşemişti, ondan sıkıldığını belli eden bir biçimde.
"Gerek yok ben giderim," diye cevapladım.
"Murat'a söylerim seni o bırakır o zaman." Kafamı iki yana salladım. Ama kabul etmedi. "Hazırlanınca aşağıda seni bekliyor olacak." Sözlerini bitirip odamı terk etti.
Bıkkınca üstümdeki oldukça rahat şort ve tişörtü çıkardım. Oysa ki bu gece istediğim tek şey dinlenmekti, yorulmuştum. Özellikle de beynim yorulmuştu, düşünmeyip güzel bir uyku çekmeyi planlamıştım güya. Yine olmamıştı.
Üstüme düzgün bir şeyler giydikten sonra saçlarımı taradım ve hazır olduğuma karar verdiğimde yavaş adımlarımla kapıya indim. Saçma bir geceye daha merhaba diyerek.
*
Bahçeye girdiğimde ilk işim soluğu Tarçın'ımın kulübesinde almak oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Fısıltıları
RomanceVe ışıldayan bir yıldız kaydı gökyüzünden, iki gencin hayatı yeniden kesişirken. Uslanmaz kader, iki gencin birbirlerini tanıyor olmalarını nadir bir tesadüfe bağlayan zıt hayatlarına, birlikte bir yön çizmelerini sağladı.