Burnumun üzerine düşen saçlarım yüzünden gıdıklandığımı hissettiğimde gözlerimi zorlukla araladım. Yorganın altında hiç üşümemiştim, aksine saç diplerim biraz da olsa terlemişti.
Yavaşça doğrulup gözlerimi ovaladıktan sonra fark ettiğim ilk şey, Deniz'in oturur pozisyonda sırtını yatağın başlığına yaslamış, başını sağa doğru yatırmış uyuyor olmasıydı. Bütün gece bu konumda uyuya mı kalmıştı? Sırtının ne kadar ağıracağını düşünmek bile istemiyordum, benim yüzümden böyle uyuyakalması beni huzursuz etmiş ve vicdanımı sızlatmıştı.
Aslında, onu uyurken böyle masum görmek garip bir duyguydu. Onu şu ana kadar hep koruyucu ifadesiz zırhı ile görmüşken üstelik. Şu an hiçbir savunması olmadan karşımdaydı.
Tek seçeneğim o olduğu için şanslı mıydım, bilemiyordum. Konuşulması zor biriydi, buna nasıl alışacağım tartışma konusuydu. Üstelik bir de her zaman kendi istediği olmalı tripleri vardı. Bir şekilde ona alışmam gerekiyordu, hafızam yerine gelene kadar. Maksimum iki hafta, demişti doktor. Beni neler bekliyordu bilemesem de bildiğim bir şey vardı ki o da karnımdan çıkan seslerin acıktığımı hissettirmesiydi.
Deniz'i uyandırmadan sessizce kalktım. Benim yüzümden otururarak uyuyakalmasına üzüldüğüm için elimden geldiğince ona kahvaltı hazırlamayı deneyecektim, küçük bir teşekkür amaçlı kahvaltı gibi olması için. Tabi teşekkür özürlüsü o odun bundan hiçbir şey anlamayacaktı ama ben yine de vicdanımı rahatlatmış olacaktım.
Odadan çıkıp alt kattaki büyük mutfağa indim. Kararsız adımlarla buzdolabına ulaştım ve buzdolabının kapağını açtım. Ne pişirebilirdim? Bundan daha önemli bir soruyu masaya yatırdım. Becerebilecek miydim? Beceremezsem rezil olacağımı adım gibi biliyordum, Deniz'e rezil olmak hakaret gibiydi. Fakat denemekten başka yapabileceğim bir şey de yoktu. Soruları her zamanki gibi bir kenara bıraktım ve buzdolabından elime ilk gelen kaşar peynirini elime alıp tezgaha koydum. Tost yapabilirdim. Yeniden buzdolabına döndüm ve birkaç dakika boyunca sadece baktım. Sonra sosis paketini çıkardım ardından dondurucuyu açıp hazır patates kızartması paketini çıkarıp hepsini tezgahın üstüne koydum. Umarım Deniz bunlarla dalga geçmez, diyerek işe koyuldum.
Yaklaşık bir saatin sonunda, mutfaktaki camın kenarında duran Deniz'den beklenmedik bir şekilde şirin, küçük masaya elimden gelen en iyi kahvaltıyı hazırlamıştım. Son kez kontrol amaçlı bakarken Deniz'in uykulu sesi kulaklarıma doldu. "Duru?"
Hemen ona döndüm. Buzdolabına yaslanmış gözlerini ovuşturuyordu, dalgalı saçlarının bir kısmı alnına düşüyor, karşıma izlenilesi bir manzara çıkarıyordu. Düşüncelerimi bir kenara bırakıp, "Günaydın," dedim. Ellerini gözlerinden çekti ve gözleri tam arkamdaki masaya kaydı, ardından hissedilebilir şaşkınlığı ile bana baktı. Belki biraz da küçümseyerek. Bu bakışı sevmemiştim, huzursuzluk aniden içimi kapladı.
"Sen mi hazırladın cidden?" Bu soru karşısında kaşlarım hoşnutsuzca hafifçe çatıldı.
"Evet, şaşılacak ne var?" Keyifle gülümseyip yanıma geldi ve masayı inceledi.
"Elini soğuk sudan sıcak suya geçirmeyen küçük bir leydi gibi duruyorsun. Elinden böyle şeylerin gelebileceğini görmek şaşırtıcı yani," dedikten sonra sandalyesini çekip oturdu. "Umarım zehirlenmem."
Bir an ona iğneleyici ne söyleyebilirim diye düşünsem de hemen ardından bunu hızlıca boşverip sadece gözlerimi devirdim ve karşısındaki siyah deri sandalyeye oturdum. "İltifatların gözlerimi yaşarttı."
Tabağını doldururken kafasını alaycı bir şekilde sallıyordu. Gözleri hala uykuluydu fakat masum olmaktan çok daha ötedeydi. "Her zaman, güzelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Fısıltıları
RomanceVe ışıldayan bir yıldız kaydı gökyüzünden, iki gencin hayatı yeniden kesişirken. Uslanmaz kader, iki gencin birbirlerini tanıyor olmalarını nadir bir tesadüfe bağlayan zıt hayatlarına, birlikte bir yön çizmelerini sağladı.