Bölüm 28 "Alışveriş"

591 45 19
                                    

1 Hafta Sonra

Kaybetmek. Karşındaki kişiye göre basit gibi görünen ama benliğini yaralayan o his. Değer verdiğin birini ya da herhangi bir şeyi kaybetmek de öyle. İnsan inanmak istemiyordu, yediremiyordu. Aynısını annemde de yaşamıştım. Onu kaybetmiştim bir nevi. Şimdi nerede yaşıyor, ne yapıyor, hangi işte çalışıyor bilmiyordum. Ben annemle ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Gülümsemesini biliyordum ama. Hayatım boyunca gördüğüm en hayat dolu ve en güzel gülümsemeydi. Melekler gülümsese, eminim anneminkine benzer tatlı bir görüntü ortaya çıkardı. Peki annem şimdi gülümsüyor muydu? İçimin parçalandığını hissediyordum. Her dağılışımda yeni bir karmaşanın içine düşüyor, biraz zamanın ardından kendimi boşluğun içinde buluyordum. Şimdi olduğu gibi.

Kelimelerin kifayetsiz kaldığı andaydım. Odam her zamanki sessizliğiyle ortalığı yıkarken, hislerim bedenimin içinde çığlıklarını bana duyurmaya uğraşıp fark edilmek istiyordu. Görmezden gelinmekten nefret ediyorlardı.

Fazlaydı. Üst üste bu kadar şey yaşamak ortalama bir Duru'ya göre fazlaydı. Çünkü ben her zaman sessiz odamda kendimle baş başa kalan bir kızdım. Hislerim kalbimde fazlalık yaptığında onları satırların üstüne serpiştirip kalbimi hafifletirdim. Bazen satırlarım özlem dolu olurdu, bazen sevgi yoksunu. Bezense içimde biriktirdiklerimin bir yansıması düşerdi satırlara, acı kokardı o satırlar. Şimdi ise okyanus kokuyordu. Gerçek okyanus kokusunun ferahlığına tezattı benim satırlarımın kokusu.

Üç ay öncesindeki Duru gibi hissediyordum. Bilinmezliğin dalgalı sularına gömülmüş, meraklı, biraz da endişeli. Ne olacağını bilmiyordum, ama iyi şeyler olmayacağını biliyordum. En azından buna kendimi hazırlamaya çalışıyordum. Gerçeklerle yüzleşmeyi kimse istemezdi, ama bundan ne zaman kaçış olmuştu birimiz için? Hepimiz acı verse de gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmıştık, kurtulamamıştık. Ben de kendi sıramı çaresizce bekliyordum. Yapabileceğim başka bir şey yoktu.

Bazen ruhum iyice daraldığında beni gözyaşlarına boğan filmleri tekrar izlerdim, ya da satırlarında kaybolup gitmeyi sevdiğim hüzünlü kitapları tekrar okur tekrar ağlardım, ilk kez okuyormuş gibi aynı şeyleri bir milyonuncuya tekrar aynı şekilde hissederdim. Çünkü kendi dertlerime ağlamak yerine, gerçek olmayan karakterlerin dertlerine ağlamak daha kolaydı. En azından benim için. Onların dünyası beni rahatlatırdı. Onlar için üzülmek, kendime üzülmekten daha basitti.

Son bir haftadır telefonumu kapatmıştım, Pelin ulaşmak istediğinde evime gelmişti. Yalnız kalmak istesem de bu pek de gerçekleşememişti sayesinde. Dora da aynı şekilde yalnız bırakmamıştı. Deniz'den hiç ses çıkmamıştı. Bu beni endişelendirmiyor değildi. Ne planladığını bilemiyordum.

Uyandığımda telefonumu şarja takıp dolmasını beklerken duş alıp kahvaltımı etmiş ve dışarı çıkmak için hazırlanmıştım. Pelin'in itiraz edemeyeceğim yalvarış yakarış seansından sonra bugün balo için elbise almaya gitmeye karar vermiştik. Daha doğrusu Pelin bu kararı vermişti, beni de bu karara uymak zorunda bırakmıştı.

Telefonumu şarjdan çıkarıp bildirimlere bakma gereği duymadan evden çıktım. Biraz insanlardan uzak kalıp kafamı dinlemeye devam etmek istiyordum sadece.

Bahçeye çıktığımda sıcak bir esinti saçlarımı okşadı, derin bir nefes aldım. Sonra bir nefes daha. Bir haftadır dışarı kahve içmek için Pelin'in zoruyla çıkmıştım. Ve akşam sahile gidip deniz kokusu eşliğinde biraz huzur bulmak için. Bahçede ilerlerken hanımeli ağacından yükselen koku burnuma dolup yolculuğuma eşlik etti. Bahçe büyük olmadığından bu güzel kokulu yolculuğum az sürdü. Bir yanım buna üzülmekle meşgulken bahçeden çıktım.

Geçmişin FısıltılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin