"Bugün de ağlamaya geldim."
Acıyan bacağımın üzerine basamazken topallayarak yanına yaklaştım. Yüzünde o her zamanki ifadesiz hali vardı. Henüz onlarına yeni girmiş bir çocuk için hep fazla ciddiydi. Yüzüme bakmadan kolunu bana doğru açtı. Şu üç yıldır aralıksız yaptığım gibi yine o boşluğa yerleşip yaşlarımı o mis gibi kokan montuna bırakmaya başladım.
"Sormayacak mısın ne olduğunu?" Göğsünde öylece duran başım iç çekişi ile havalandığında cebinden peçeteyi çıkartıp ellerime tutuşturdu.
"Sormaya korkuyorum fındık, doğru düzgün yürüyemeyecek haldeyken, içinin kırıklarını saymaya korkuyorum."
Ben hep tek büyümüştüm. Annem de babam da bir düşman gibi görürlerken beni, yanımda kimse olmadığından hep hayali bir arkadaşım olsun diye dua etmiştim. Belki de o zaman yalnız kalmaz ve konuştuklarımı sadece aynanın karşısında yine kendime dinletmezdim.
"Babam, eve çok sinirli geldi ve içtiği sigarayı söndürdüğü o mermer küllüğü bacağıma fırlattı. Dışımı acıttı abi bu sefer içim sağlam kaldı."
Sırtımı yastığa yaslayıp acıdan titreyen bileğime bakınmaya başladı. Eli havadaydı, dokunmaya kıyamıyor gibiydi.
"Ben taksi çağıracağım ve hastaneye gideceğiz, böyle duramazsın Nida." Pantolonumu sadece bir parmak sıyırdığında gözlerini yumup geriye çekildi. "Gidiyoruz."
Yine o kokusunu çok sevdiğim montundan telefonunu çıkarıp bir kaç tuşa bastı. Sonrasında yanıma gelip bileğine astığı siyah tokayla saçlarımı topladı ve yanındaki pet şişedeki suyla yüzümü yıkadı.
Beş dakika kadar sonra telefonundan gelen sesin beraberinde beni kaldırıp sanki kendi çok büyükmüş gibi kucağına aldı. Ondan küçüktüm, ama bu küçüklük henüz beş yaş kadar ufak bir rakamdı.
Parktan çıktığımızda kapıda bizi taksi gibi sarı değil, aksine simsiyah bir araba karşıladı. Ön taraf oturmuş bir adam yanımıza gelerek beni onun kucağından almış ve o kocaman siyah arabaya taşımıştı.
Yere doğru eğilen bileğim artık acıdan beni kıvrandırmaya çalışsa da Mirza'ya belli etmemek için sürekli ellerimi sıkıyordum.
"Bak hastane çok yakın hemen gideceğiz, ağrın çoksa elimi sık tamam mı?"
Hafifçe gülerek başımı salladım. Sıkmayacaktım, o beni düşünen tek kişiydi, ona zarar vermek gitmesi için bir neden sağlamaktı. Ve ben Oflaz'dan sonra giden birine daha alışabilecek durumda değildim.
Bacağımı karşıdaki koltuğa uzattığında elleriyle sürekli yüzümü yelliyordu.
"Çok uykum geldi Mirza."
Bu defa başını sallayan oydu.
"Uyu abicim, ben seni gelince uyandırırım." Elini tuttum. Uyuyunca giderdi herkes, bilmediğimizi, duymadığımızı sandıkları anda kaybolurlardı hayatımızda. O da gitmesin diye daha sıkı tuttum elini.
"Oktay abi hızlan, çok canı acıyor."
Sesleri uzaktan uzaktan gelmeye başlamışken uykuya iyice daldığımı hissediyordum. Sonrasında yine Mirza'nın sesi duyuldu ama duyduğum cümle, bileğimdeki acıya galip geldiğinden beni uykumdan uyandırıp hayatımın belki de sonuna kadar değişmesine müsaade etmedi.
"Ben kardeşimi aldım baba, ya gelir bizi hastaneden alırsın, ya da ben onunla beraber kaçarım. Seçim senin, kardeşimi bu defa da kurtaramazsan beni de bu defa bulamayacak şekilde kaybedersin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gönderiliyor;Hanımeli Texting
HumorGeçmiş, unutulduğunda, ya da hatırlanmadığında karanlık suların altına gömülebilecek kadar basit olaylar silsilesinden ibaret değil. Tarih bir şekilde tekerrür eder ve geçmiş ne olursa olsun geçmemek için elinden geleni yapardı. Ve benim çıkmazları...