Medya: Alex.
LİSA
Ne kadar olduğunu hesaplayamadığım bir süre sonra gözlerimi açmaya karar verdiğimde havanın daha da soğuduğunu ve yağmurun başlamış olduğunu fark ettim.
Hala aynı yerdeydim. Ayağa kalkmayı denemiş olsam da ağrıyan kemiklerim bana izin vermemişti. Vücudumun altındaki soğuk zeminin tek iyi yanı hala yaşıyor olduğumu hissettirmesiydi. Geriye kalan her şeyse uzun sürecek olan bir kâbus gibiydi. Ne zaman uyanacağımı ya da uyandıktan sonra ne yapacağımı bilmiyordum. Bacaklarımın arasındaki acıyla nasıl başa çıkacağımı ya da yaralarımı nasıl saracağımı bilmiyordum. Nasıl ayağa kalkacağımı bilmiyordum. Kabullenmek benim için her ne kadar zor olsa da, gerçek buydu.
Çaresizdim.
Üzgün, kırık ve lanet olası orospunun tekiydim.
Orada, düştüğüm yerde, aptal seçimlerle ve sefillikle geçen boktan hayatımı düşünürken beni düştüğüm çukurdan çıkarmaya gelen birinin olduğunu tahmin etmiyordum. Ama öyleydi. Ne halde olduğumu umursayan tek kişinin, sokağın karşısından buraya doğru koştuğunu gördüm.
Onu karanlıkta bile rengini belli eden bronz renkli saçlarından ve uzun siluetinden tanımıştım. Aklımda öylesine yer etmişti ki, yüzünü tam olarak seçemememe rağmen gözlerindeki o korku dolu ifadeyi görüyor gibiydim.
"Lisa!" Nefes nefese yanıma çöküp beni omuzlarımdan kavrayınca yaşlarla dolan gözlerimle birlikte gülümsemeden edemedim. Gerçekten burada olduğuna inanamıyordum. Gerçekten beni bulduğuna inanamıyordum. "Lisa! Bana bak. Konuş benimle!" Gece mavisi gözleri acıyla parlıyordu.
"Beni buldun.." Fısıltım minnet doluydu. Elimi hareket ettirebilsem hiç düşünmeden uzanıp güzel yüzüne dokunurdum. Bu benlik değildi. Bu hiç mi hiç benlik değildi ama önemsemiyordum. Yanımda oluşu beni öyle iyi hissettiriyordu ki, onun dışında hiçbir şey umurumda değildi.
Benim gibi acı çekiyor olmasına rağmen gülümsedi. "Bu benim işim, unuttun mu?" Omuzlarımı kavrayan elleri sıkılaşıp sırtımı yavaşça dikleştirince birçok tekme yemiş olan karnımın ağrısı beni inletti.
"Ah!" Nefesim bir anlığına kesilmişti.
"Şş, sorun yok." Sıcacık nefesi buz gibi olmuş yanaklarımı ısıtınca elimde olmadan titredim. Ben yüzümü acıyla buruştururken bir elini bacaklarımın altına yerleştirip beni kucağına almak için hazırlanmıştı. "İyisin." diye mırıldandı. Yumuşak sesinin beni sakinleştirdiğini bildiğinden emin değildim, ama sanki bunu biliyormuşçasına konuşmaya devam etti. "Yanındayım ve sen iyisin."
Beni kollarının arasına alıp soğuk zeminden kopardığında ağlamak istedim. Beni kucağında tutuyorken bile bir anda parçalanıp tuz buz olacağımdan korkuyor gibiydi. Beni değerli bir parçaymışım gibi dikkatle taşıması tüm savunma silahlarımın boşalmasına neden oluyordu. Çünkü hissedebiliyordum. İncinmemin onu da incittiğini hissedebiliyordum.
Başının arkasından omzuna dolanmış elim bir titremeyle uyuştu. Burnumdan titrek bir nefes havaya karışmıştı. Gözyaşlarına boğulacağım sinyalini aldığımda dişlerimi sıkarak acıyı durdurmaya çalıştım. Zaten her şey yeterince berbatken küçük bir kız çocuğu gibi ağlamamalıydım.
"Şimdi seni yere bırakacağım, tamam mı?" Konuşamayacağımı bildiğimden başımı salladım. Boyası aşınmış mavi boyalı dairemin önüne gelmiştik. Beni yavaşça yere, ayaklarımın üzerine bıraktığında bacaklarımın arasına doğru yayılan keskin acı dayanılmazdı. O cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açarken ağzımdan çıkan boğuk inlemelere engel olamadığım gibi onları durduramıyordum da. Tahmin ettiğimden daha kötü bir haldeydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küllerin Doğuşu
General FictionEtraftaki onca insana rağmen, yalnız. Duyduğu tüm çığlıklara rağmen, sessiz. Ettiği tüm yeminlere rağmen, günahkâr. Bulanıklığın tam içinde, kurtuluştan çok uzakta. Küllerin Doğuşu, iki umutsuz ruhun hikayesi.. Peki aşk, yetebilir miydi külleri yeni...