kırk iki /final

4K 376 47
                                    

"Tavan çok güzel," sehpanın yüzeyine diktiğim bakışlarımı, çaprazımdaki tekli koltukta oturan adama çevirdim. Kafasını olabildiğince geriye yatırmış bir halde yukarıyı seyrettiğini görünce ben de "Ne var ki tavanda?" diye düşünerek kafamı kaldırdım ve tavanı incelemeye koyuldum. İnişli çıkışlı yerleri vardı. Aydınlatma derinliklerin etrafından dolaştırılmıştı. Onun dışında tavanın köşelerinden geçen başka bir aydınlatma daha mevcuttu. Sahi, şu an fark ediyorum da bu oda içimde barındırdığım kasvete nazaran çok daha aydınlıktı. 

"Levent hocam," günlerdir bana yardımcı olan, hastaneye her gelmemde ziyaretçileri yollayan, ben buradayken içeri davetsiz dalan herkese durumu yalan yanlış izah eden ve bazı gecelere varıncaya kadar burada kalmamı sağlayan adama döndüm. Şu son günlerde gözümdeki değerini öylesine yükseltmişti ki Behzat uyandığında ilk iş olarak üçümüzün birlikte yemeğe çıkması gerektiğini aklımın bir köşesine not etmiştim. "Neden bütün ışıklar açık?"

Göğsünün altına doladığı kollarını bollaştırdı. Bununla birlikte oturduğu yerde dikleşti. Bahsettiğim gibi odadaki bütün ışıklara göz atarken bir an için arka çaprazıma da bakmıştı. Oradaki ayaklı abajur hatıralarıma düşünce başımı onaylamaz anlamda sallayarak "Gece olsa anlayacağım da gündüzdeyiz." dedim.

"Gündüzdeyiz?" şaşkınlık dolu bakışlarıyla karşı karşıya kalınca dediğimde bir mantıksızlık aradım. Çok geçmeden buldum da. Gündüzün bir mekan olmadığı, kafama dank etti. Ancak o an için utanmak yerine "Gündüzdeyiz." diye tekrarladım. "Gündüz oldu, gündüz." bir güçle oturduğum yerden kalkıp ilerlemeye başladım. 

Behzat'ın kaldığı odanın hemen bitişiğinde oturma odasına benzer bir dinlenme odası mevcuttu. Bu iki odanın arasında herhangi bir kapı yoktu. Birinden diğerine kolaylıkla geçiliyordu. Dinlenme odasından çıkıp hasta odasına geçtiğimde yatakta boylu boyunca yatan sevgilimi gördüm.

O böyle kaç gündür yatıyordu, hatırlamıyorum. 

Sadece ameliyata girdiği ilk anda kapıda oluşan kalabalığı, yoğun bakıma alındığı zamana ancak yetişebilen dedemi, gittikçe azalan insanları ve akraba namına etrafta kimse bulunmadığından ötürü 'geçmiş olsun' ların muhatabı olan Levent hocayı çok iyi hatırlıyorum. Gerisi buğuluydu. Babamın kimse yokken sırf ben buradayım diye ayıp olmaması adına gelip ziyaret ettiği an bile buğulu. Ayberk'le ilgili yaptırdığım DNA testinin sonucu bile buğulu.

Gerçekten bir kardeşim olduğunu öğrenmiştim ama sevinememiştim bile. Behzat orada öylece yatarken de sevinmem bir hayli zordu. Başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. "Daha otuz dakika önce kontrol ettin." Levent hocanın sözlerine aldırış etmeden yatağa doğru yürüdüm. "Ayrıca otuz dakika önce de gündüzdü. Yani o kadarcık sürede uyanacağını düşünebilmen bana bir tık hayalperestlik geldi."

Koca götünü koltuktan kaldırmaya erindiğinden bunları yapıyormuş gibi gözükse de işin özü bu değildi. Bunu geçtiğimiz günlerde çok iyi anlamıştım. Oktay hocadan daha çok Behzat'ı seviyordu. Bir an bile buradan ayrılmamıştı. Dedem onu defalarca fakülteye gelmesi konusunda uyarmıştı ama o, hiçbirini dinlememişti. Bütün bunların yanı sıra aynı benim gibi devamlı Behzat'ı uyandı mı diye kontrol ediyordu. 

Zamanında yatağın yanına yerleştirdiğimiz sandalyeye geçip oturduğum sırada onun da söylene söylene oturduğu yerden kalktığını duydum. Behzat'ın göz kapakları tarafından örtünen gözlerine bakındım. Koyu kahveleri bir nebze bile gözükmedi. Göğsümü şişirecek kadar iç çektim. Ne zaman ne şartlarda uyanacağı belirsizdi. Bütün dualarım uyandığında herhangi bir sakatlığı olmaması yönündeydi. 

Usulca uzanıp elini tuttum. 

"Bak uyanmamış," Levent hocanın bilmiş bilmiş çıkardığı sesine karşın başımı ağır ağır onaylarcasına sallayarak "Uyanmamış." diye mırıldandım. 

BEHZAT'IN HERASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin