Elleri titrediği için ağırdan aldığı dikişi anbean izlerken iç çektim. Her ne kadar elli dakika önce beni dikiş atmamak konusunda ikna etmeye çalışsa da onu Levent hocaya söylemekle tehdit etmiştim. O da beni bırakmakla tehdit etmişti ama pek tesiri olmamıştı çünkü bir yandan da Levent hoca bana devamlı "Behzat caymaya çalışırsa onu durdur, durdurmazsan horozu benim eve koymadığımı söylerim." diye mesaj atıyordu.
Çok tehdit vardı, çok.
Levent hocanın bana şu üç günde attığı sayısız mesajı saymazsak burada olduğum için az da olsa mutluydum. En azından Behzat hoca hiçbir şeyi hatırlamıyordu ve evet içten içe hâlâ ona yardım etmek için tutuşuyordum. Çünkü o da bana yardım etmişti.
"Sevdiği için yardım etti," düşüncelerimin arasından fütursuzca öne çıkan yargıyla suratımı ekşittim. Behzat hocanın kolunun tersiyle alnındaki terleri silmesiyle başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Sevgi mevgi düşünmeyecektim bundan sonra. Ben de unutacaktım o geceyi. Bunun en büyük göstergesi olarak da tezgahın ortasında duran mendillerden bir tane aldım ve oturduğum sandalyeden kalktım.
Ona yaklaştığımı hissetse de kafasını kaldırıp bakmaya tenezzül etmedi. Hatta belki bir anda yanında durup parmak uçlarımda yükselerek mendili alnına bastırmasaydım hiç bakmazdı. Gözleri ışık hızıyla beni bulurken bileğimi tutup müdahale etmeye çalıştı. Ta ki uyarı dolu bir edayla "Hocam," dememe kadar.
"Hera," dedi, mendili alıp geriye kaçarken, "Yeter bu kadar."
Mendilimi yüzünün çeşitli yerlerine bastırıp toparlanmaya çalıştı. Bir yandan da koltukta yatan Ayberk'e bakarak "Onu da al git buradan." diyordu. "Hiçbir fizyoterapist hastasını ilk günden bu kadar zorlamaz."
Ona doğru bir adım atarken "Hastam ona yardımcı olmama izin vermiyor," dedim. "Bırakırsa önce ben etleri keseyim ve ona nasıl dikiş atıldığını göstereyim. Öyle oturup izlersem katkım olmaz ki."
"Hastan dikiş atmayı biliyor," itiraz etmesine karşın çatık kaşlarla "Geçirdiği trafik kazası sonucu felç kalan insanlarda zamanında yürümeyi biliyordu." dedim. "Ama bu sonradan yardıma ihtiyaçları oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Lütfen fizyoterapistinize güvenir misiniz?"
"Hocan olarak," bu iki kelimeyle başladığı hiçbir cümleyi sevmediğim için onunla tartışmaktansa tezgaha döndüm. Onun etini kenara koyup kesilmemiş bir göğsü alıp kesme tahtasının üstüne koyduğum esnada "Hera," diye karşı çıkmaya koyuldu. "Artık buna bir son mu versek?"
Amerikan mutfak olduğu için Ayberk'le geçtiğimiz elli dakikanın ilk otuz dakikası sohbet edebilmiştik. Onun hastalığıyla ilgili şeylerin altını bastıra bastıra konuşmuş ve Behzat hocaya duyurmaya çalışmıştım. Ben buna gün boyu devam da ederdim ama Ayberk'in bir süreden sonra uykusu gelince bir noktada son vermek zorunda kalmıştım çünkü hocam eti öylesine dikkatle kesiyordu ki onu tek başıma sekteye uğratmak istememiştim.
"Son vermeyeceğiz," derken bıçağı göğse hizaladım.
Ama içim bir türlü onu kesmeyi almadı.
"Bana et kesemediğini söylemeyeceksin, değil mi?" diye konuşan hocamın az önce oturduğum yere geçip yerleşmesiyle kasıldım. Bakışları kesme tahtasıyla benim aramda mekik dokuyordu. "Eğer öyleyse tıp harici meslekler öneririm."
Bıçağı göğse sıkıca saplayıp aşağı doğru çektiğim sırada "Aile hekimleri insan kesmiyor," diye konuştum. "Psikiyatriler," aklıma geleni sayacağımı anlayınca "Et kesemiyor olsaydın seneye işin zor olurdu." dedi. Seneye intörndüm. Hayalim birçok ameliyatta birçok hocanın yanında durup süreci seyretmek ve arada yardım etmekti tabii ki ama kalp ameliyatları konusunda emin değildim.
Şu an bile bu göğsü deşmekten hiç hoşnut olamıyordum.
Bıçakla işim bitince onu tezgaha yerleştirip Behzat hocanın etinden iğne ve ipliği çıkardım. Kendi göğsümü dikmeye koyulurken "Hocam bu tavuk göğsü mü?" diye sordum. Onaylayıcı mırıltılar çıkarınca burnumu kırıştırdım.
"Üzgünüm ama markette horoz eti satılmıyordu,"
"Madem üzülecektiniz bahçenizdekini kesseydiniz," kafamı kaldırıp bahçeye açılan cam kapıyı işaret ettiğimde horoz hissetmiş gibi uzun uzadıya öttü. Behzat hocaysa "O benim oğlum." diye atıldı. "İnsan oğluna nasıl kıyabilir?"
"Oğlunuz mu?"
"Evet," dedi, yerine sinerken, "Onu sizin gibilerden koruyorum."
"Bizim gibiler?"
"Erkek düşmanı insanlardan bahsediyorum."
Geçen ki sohbetimize nazaran dedikleriyle gülümseyerek önüme döndüm. Bir yandan dikiş atmayı sürdürürken öte yandan "Benim babam da erkek." deyip sinirlerini hoplatıyordum. "Ama türünün farkında bir erkek. Hemcinslerine oldukça öfkeli ve,"
"Ve zamanı gelince seni evlendirmeyeceği için şimdiden alt metin hazırlıyor."
Çıkarımları doğru olduğundan sessiz kalıp işime devam ettim. Beni izleyenin cerrah olduğu ve işim bitince ister istemez yaptığım dikişi kontrol edeceğini bildiğimden özen gösteriyordum.
Dakikalar boyunca atabileceğim en güzel sütürü attım. Ardından daha sona gelmeden kendimden emin bir ifadeyle "Bakın hocam," dedim. Şu an ellerimle o kadar çok gurur duyuyordum ki buradan çıkışta bütün parmaklarımı tek tek öpecektim. "Ne kadar güzel dikiyorum."
Ona bakıp "Sizin aksinize." diye kışkırttığımda göğüsten aldığı bakışlarını zor bela bana çevirdi. O az önceki on kilometre koşmuş ifadesinin yerini dingin bir ifade almıştı, yeni yeni kendine geldiği belliydi ve kesinlikle daha sakindi. Gerçi sözlerimi algılayınca kaşları havaya kalktı, "Meydan mı okuyorsun bana?" der gibi gözlerimi inceledi ve neden bilmiyorum ama ben ona dik dik bakarken sandalyeden kalktı.
Aslında niyetim meydan okumaktan ziyade kışkırtıp heveslendirmekti.
Başarılı olmuşa benziyordum.
Yanıma geleceğini, elimdekileri alıp beni ittireceğini ve dikişe devam edeceğini düşündüm. Fakat o beni yanıltarak arkama geçti, ellerini ellerimin üstüne koydu ve "Madem bugün yeterince çabaladığımı düşününce gideceksin o zaman bu dikişi birlikte bitirelim sonrada git." dedi.
Bir anda arkamda beliren iri vücudun, üstümde bıraktığı hisse kapılmamaya çalışarak "Tabii," dedim. Kendime devamlı bir fizyoterapist olduğumu hatırlatıp durdum ama ellerimin üzerindeki büyük ve sıcak elleri beni yönlendirirken bu epey bir zordu. Kollarının iki yanımda oluşundan tutalım başını yanımdan eğip göğse odaklanırken ki haline kadar içim titriyordu.
Tarifi bilinmez zilyon tane hissi aynı anda hücrelerimde ağırladığım sırada "İyi bir doktor ol, Hera." dedi. Kulağıma doğru söylemese de sanki nefesi geriye dönerken özellikle oraya çarptı. Ürpermemle eş zamanlı olarak tüylerim diken diken oldu. Ancak o dikkatle dikiş atmaya çalıştığı için bunların hiçbirini fark edemiyordu.
Bir süre orada ne yaptık bilmiyorum ama bir ara bir ipin yükseldiğini ve alçaldığını görebilmiştim. Parmaklarımı kontrol etmek için üstün bir çaba harcıyordu çünkü geçin parmaklarımı vücudumun hakimiyetini bile ona bırakmak üzereydim. Bilincimi toparlamam oldukça zaman alıyordu ve o bu esnada "Senin de mi ellerin titriyor?" diye soruyordu.
"Benim niye ellerim titresin?" dalgın bir tavırla onu reddederken dönüp baygın bakışlarla yan profiline baktım.
"Çokta soğuksun," demesiyle başımı belli belirsiz sağa sola salladım. "Hera," dedi, ellerimi oynatmaya son verirken, "İyi misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEHZAT'IN HERASI
RomansaDoktor/öğrenci temalıdır, yaş farkı içerir. Bir tık yetişkin içerik barındırıyor olabilir. İlk bölümler textingtir. . Başlangıç tarihi: 07.04.24