Seyran, derin derin soluyarak arkasındaki iki izbandut gibi adamla, asansörün minik ekranında artan rakamları izliyordu. Öfkesini, kaygısını, telaşını nasıl giderse bilemiyordu. Antepten, efsane kadın hortlayıp gelmiş, kendisine tekinsiz bir hürmet gösteriyordu. Üstelik bunu tüm gizemi ve Korhanları karşısına alır gibi yapıyordu.Seyran, acı ve yastan sıyırmaya çalıştığı ruhunu, yeni bir çetrefille daraltmak istemiyordu. Ferit’i ailesiyle sınamak, yeniden yalıdan gitmek mecburiyetinde kalmak ve Ferit’i ikilemde bırakmak istemiyordu. Ama bu kadın, sanki tüm bunları bir anda yapabilecekmiş gibi ürkütüyordu Seyranı. Seyran, en iyi bildiği şeyi yapmak zorundaydı; kaygısının üzerine yürüyecekti.
Asansörün kapıları açıldı. Dimdik bedenini, aralığı epey açık adımlarıyla koridorun sonundaki odaya taşıdı. Otelin en üst katında, tek olan o odada kaldığını söylemişlerdi. Odanın kapısına geldiklerinde, Seyran yol boyunca dibinden ayrılmayan adamlara döndü;
‘’İçeriye kadar girmeyeceksiniz herhalde? ‘’ dedi.
Adamlar kafalarını önlerine eğip durduklarında, Seyran rahatlar gibi bir nefes alarak, kapıyı olanca kuvvetiyle açtı. Oda oldukça geniş, ferah ve aydınlıktı. Pencerenin tam önüne üçlü bir koltuk konulmuştu ve yaşlı kadın, omuzlarına attığı beyaz şalına sarılmış bir halde bu koltukta oturuyordu. Kucağında gri taştan bir saksı, saksının içinde de pembe bir orkide vardı. Yakın gözlüğünü biraz burnuna doğru kaydırmış, parmakları ucunda narince tuttuğu çiçeğin yapraklarını inceliyordu. Sese doğru ağır ağır kaldırdı kafasını. Seyranı görünce yüzüne içten bir tebessüm doldu.
‘’Seyran, hoş geldin. ‘’ dedi. Saksıyı kucağından indirip yanına koydu özenle.
Seyran, kadının tuhaf sakinliğine anlam vermekle hiç uğraşmadan, önce derin bir nefes alıp, çattı kaşlarını;
‘’Tek seferde söyleyeceğim ve son olmasını umuyorum. Ben, Antep’te bahçenin duvarına saklanıp, evini aşkla izleyen o saftirik kızlardan değilim. Hiçbir zaman da olmadım. Senin o muhteşem kalene hiç gelmedim, seni hiç merak etmedim, kim olduğunu umursamadım. Hakkında söylenen o efsane ‘’ Küçümser gibi güldü ‘’Hikayelerin hiçbirine inanmadım. Umurumda değilsin yani. Amacın beni iki hediye, iki tatlı sözle kandırıp oyuncağın etmekse, dön bu yoldan. Senin uğruna ne Korhanları ne de huzurumu satarım. Niyetin ne hiç bilmiyorum ama benden, kocamdan uzak dur. ‘’
Tek nefeste konuşmuş, içini bir avazda rahatlatmıştı. Sesi odanın içinde kaybolduğunda, kadının ona hala gülümseyerek bakan gözlerini izledi.
‘’Seni en son kim bu kadar kızdırmıştı acaba? ‘’ dedi kadın, yumuşacık sesiyle. ‘’Ferit mi? Yok, hayır. O olamaz çünkü ona bu kadar kızabilsen zaten çoktan boşanmıştınız değil mi? Halis mi? Belki. Kızmaktan ziyade kırgınsın ona gerçi. Kırgın insan böyle ateşli bakmaz. ‘’ Düşünür gibi gezdirdi gözlerini odada. ‘’Buldum ! Pelin. Evet, evet sen en son Peline bu kadar kızmıştın bence. ‘’
Seyran kolundaki çantayı savurur gibi koltuğa fırlattı. ‘’Bu ne şimdi? Gözdağı mı veriyorsun bana, oyun mu oynuyorsun benimle? ‘’
‘’Gözdağı değil, kıymet veriyorum. ‘’ Sesi müthiş bir sükûnete karıştığında, yeniden anaç bir bakışla gözlerini Seyrana çevirdi kadın ;
‘’İmasız, gizemsiz olduğu gibi anlatıyım sana niyetimi istiyorum ama bir türlü başaramıyorum. Çünkü senin de biraz önce çok güzel ifade ettiğin gibi, sen bana korkarak değil, korkutarak bakıyorsun. Konuşamayacakmışız gibi geliyor her seferinde, çekiniyorum. ‘’ Ayaklandı. Saksıyı yanındaki kare, yüksek sehpaya özenle bıraktı. ‘’İstersen bugün aramızdaki bu yanlış anlaşılmayı sonsuza kadar noktalayabiliriz. İzin verirsen, ben sana niyetimi anlatırım, sonrasında sen neye inanmak, neye güvenmek istersen onu yaparsın. ‘’ Seyrana dönüp, baştan aşağı süzer gibi baktı. ‘’Hem epey yorulmuş ve solgun gözüküyorsun. Biraz dinlenmiş olursun. Sana zarar verecek halim yok ya? ‘’